NOT: Ön sayfası verilen bu yayın 2010 senesinde Termodinamik Dergisinde yayımlanmıştır.
ÖZET
Dünya Meteoroloji Kurumu’nun verilerine göre 2014 yılı, 1880’den bu yana yaşanan en sıcak yıl olmuştur. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin 5. Değerlendirme Raporu’nda (2014), sera gazı emisyonlarının atmosferdeki konsantrasyonunun artması daha fazla ısınmaya ve iklim sisteminin bütün unsurlarında etkisi uzun sürecek değişikliklere sebep olacağı belirtilmiştir.
Türkiye, Avrupa Çevre Ajansı tarafından öngörülen kuraklık ve çölleşme yaşanma riskinin en yüksek olduğu bölge olan Doğu Akdeniz havzasında yer almaktadır. Ülkemizde de duymaya çok alışkın olmadığımız hortum haberleri, aşırı yağmur yağışı sebebi ile okulların tatil olması, kar yağışının düzensizliği ve kurak ayların öncekilerden daha uzun sürmesi gibi olayların sıklık ve şiddetinin artması, iklim değişikliğine maruz kaldığımızın göstergeleri olarak kabul edilmektedir.
Meteoroloji
Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı Türkiye İklim Projeksiyonlarının da gösterdiği
üzere; yağış ve sıcaklık parametrelerinde değişiklikler yaşanmaktadır ve yaşanacaktır.
Bu durumda, temelleri yıllar önce atılan enerji tesisleri için değişen fiziksel
şartlara nasıl uyum sağlayacaklarının belirlenmesi ve elektrik üretiminin
kesintisiz devamı konusunda risk değerlendirmesinin yapılması önem
taşımaktadır. Gelecekteki santraller için ise tasarım parametrelerinin, bu
projeksiyonları göz önünde bulundurarak belirlenmesi ve gerekli önlemlerin
önceden alınması ve uygulanması gerekmektedir.
GİRİŞ
Ekonomilerin gelişmesi ve büyümenin devam edebilmesi için gerekli olan kesintisiz, kolay erişilebilir ve ucuz enerji, tüm ülkelerin ve ekonomi politikalarının odak noktalarından biri olmuştur. Küresel olarak her ülkeyi farklı şekillerde etkileyen iklim değişikliği ise enerji güvenliği ile ilgili değerlendirmelerde ve analizlerde yerini almaya başlamıştır. Tahmin edilemeyen aşırı hava olaylarının sıklaşması ile sel, taşkın vb. felaketlerden zarar gören enerji alt ve üst yapıları, enerji hizmetlerinin kesintiye uğramasına yol açmaktadır. Özellikle tatlı su kaynaklarını soğutma suyu olarak kullanan tesisler için iklim değişikliği, enerji güvenliğini tehdit eden önemli unsurlardan biri haline gelmiştir. Son yıllarda, giderek daha yoğun bir şekilde üzerinde durulan iklim değişikliğine uyum (adaptation) ve iklim değişikliğine dayanıklılık (resilience) çalışmaları arasında enerji ve su konuları öne çıkmaktadır.
İklim değişikliğinin, termik enerji
sektörü üzerinde mevcut durumda yaşanan etkileri arasında; artan hava ve yüzey
suyu sıcaklıkları sebebi ile termik santrallerde soğutma ihtiyacına bağlı
olarak verim kayıplarının yaşanması, aşırı yağışların su kalitesinde
değişikliğe sebep olması ya da kuraklıktan kaynaklı üretim aksaklıkları
gösterilebilir. Bunların yanı sıra, elektrik iletim ve dağıtım altyapılarının
aşırı yağış, sel ve fırtınadan zarar görmesi, hammadde iletim ağında yaşanan
duraklama ya da yavaşlamalardan kaynaklı üretim aksaklıkları, hammadde
kalitesinde yaşanan değişkenlikler de enerji üretimini olumsuz etkilemektedir.
Geçmiş yılların iklim parametrelerine göre tasarlanan ve işletilen enerji santralleri, değişen iklim şartlarına uyum sağlamakta güçlük çekmektedirler. Bu durum enerji arz güvenliğinin yanı sıra finansman ve kredi desteği sağlayan kuruluşlar açısından da risk oluşturmaktadır.
Sonuçta;
iklim değişikliği-su-enerji bağlamındaki risklere dikkat çekmek; karar alıcılar
ile tüm enerji yatırımcılarının konu ile ilgili farkındalığını arttırmak
gerekmiştir. Daha da özelde, termik santraller için iklim ve hava şartlarına
bağlı riskler neler olabilir, geçmişten geleceğe üretim performansının nasıl
etkilenebileceğini ortaya koymak ve iklim değişikliği uyum önerilerini sunmak
ihtiyaç haline gelmiştir.
İKLİM, SU VE ENERJİ İLİŞKİSİ
İklim değişikliğinin sıcaklık, yağış ve deniz seviyesinin ortalama ve uç seviyelerinde sapmalara neden olacağı bilinen bir durumdur. Birincil etki ekosistemlere, özellikle de toprak ve su kaynaklarına olacaktır. İkincil etki ise; sosyo-ekonomik sistemler üzerinde olacaktır (örn; sağlık, gıda, su ve enerji). İklim değişikliğinin sistemik doğası Şekil 1'de özetlenmiş olup, bu çalışmanın ana kavramsal çerçevesini teşkil etmektedir.
Yakın zamana kadar enerji ve su ilişkisi hidroelektrik santrallerinden optimum fayda elde etmeye indirgenmişken, artık kömür ve doğalgaz gibi kaynakların yer altından çıkartılmasından, santrallerdeki enerji üretimine kadar her yerde suyun elzem olduğu görülmektedir. Fosil yakıt değer zinciri için de iklim değişikliği ve buna bağlı olarak su varlığı ve kalitesinde meydana gelen değişiklikler önemli bir risk kaynağı olmaktadır.
İklim değişikliğinin, termik enerji sektörü üzerinde mevcut durumda yaşanan etkileri arasında; artan hava ve yüzey suyu sıcaklıkları sebebi ile termik santrallerde soğutma ihtiyacına bağlı olarak verim kayıplarının yaşanması, aşırı yağışların su kalitesinde değişikliğe sebep olması ya da kuraklıktan kaynaklı üretim aksaklıkları gösterilebilir. Bunların yanı sıra, elektrik iletim ve dağıtım altyapılarının aşırı yağış, sel ve fırtınadan zarar görmesi, hammadde iletim ağında yaşanan duraklama ya da yavaşlamalardan kaynaklı üretim aksaklıkları, hammadde kalitesinde yaşanan değişkenlikler de enerji üretimini olumsuz etkilemektedir. Yüzey sularında yaşanan düzensizlikleri giderebilmek amacı ile kıyıları tercih eden santralleri ise yükselen deniz seviyesi tehdit etmektedir.
Geçmiş yılların iklim parametrelerine
göre tasarlanan ve işletilen enerji santralleri, değişen iklim şartlarına uyum
sağlamakta güçlük çekmektedirler. Bu durum, dünyada en çok finansman ve kredi
desteği sağlanan sektörlerden olan enerji sektörünü, uluslararası kalkınma
kurumları ve ticari bankalar açısından riskli bir konuma sokmaktadır.
Toplumların bağlı olduğu sosyo-ekonomik sistemler daha yüksek verim sağlamak üzere yüksek derecede birbirleri ile bağımlıdırlar. Bir bileşenin sekteye uğraması diğer varlıklar ve hizmetler üzerinde ard arda yaşanacak etkiler oluşturabilir. Bazı kesintiler/arızalar, sistemi yerel ölçekte etkilerken bazıları ise; bölgesel, ulusal hatta sınır ötesi ölçekte yıkıcı etkilere neden olabilir. 2012 yılında, ulusal elektrik dağıtım şebekesinde meydana gelen arıza, Marmara Bölgesi’nin tamamında birkaç saat boyunca elektrik kesintisine neden olmuş, aynı şekilde yine 31 Mart 2015 tarihinde ise tüm yurtta meydana gelen elektrik kesintisinin (black-out) yansımaları ülkemiz kadar bazı komşu ülkelerde de hissedilmiştir.
Nüfus ve ekonomik büyüme ile birlikte iklim değişikliğinin etkileri de su kaynakları üzerinde giderek daha fazla baskı oluşturmaktadır. Elektrik sektörünün suya bağımlılığı hem enerji hem de su güvenliği açısından artan bir risk olarak görülmektedir.
Soğutma sistemlerinin seçimi elektrik santrallerinde suyun nasıl kullanılacağına dair önemli bir rol oynamaktadır. Yukarıda belirtilen su ve iklim zorlukları ışığında, ek maliyetler getirse ve enerji üretiminde düşüşlere neden olsa da, soğutma sistemlerinin güvenilirliğine ve su kullanımının asgariye indirilmesine daha fazla önem verilmektedir.
Buhar türbinli termik santraller çoğunlukla su gibi güvenilir
bir soğutma kaynağına ihtiyaç duyar. Su kullanımı ile ısı kolaylıkla
dağıtılabilir veya havaya tahliye edilebilir. Geçtiğimiz yıllarda, dünyada
yüksek sıcaklıkların (hava ve su) olması veya suyun olmamasından dolayı
elektrik santralleri üretimlerinin azaltılması veya tamamen durdurulmasına dair
bazı vakalar medyada söz konusu olmuş, ancak çoğunlukla kısıtlamanın ayrıntılı
nedeni belirtilmemiştir. Tablo 1’de
rapor edilen bu vakaların büyük kısmının mevzuata ilişkin veya fiziksel
kısıtlamalardan dolayı kaynaklandığı varsayılmıştır, çünkü Kamuoyu dikkatinin
çekileceği konular bunlardır.
Tablo 1. Ekstrem hava koşullarından etkilenen santraller
Ülke |
Yıl |
Etkilenen
Santral Tipi |
Santral
Adları Yerleri |
Fransa |
2003,
2006, 2009 |
Nükleer |
Geniş
çapta |
İspanya |
2006 |
Nükleer |
Santa Maria de Garoña |
Almanya |
2006 |
Nükleer |
Krummel |
ABD |
2008, 2009, 2011, 2013 |
Nükleer, kömür, hidroelektrik |
Geniş çapta |
Romanya |
2003,
2012 |
Nükleer |
Cernavoda |
Çin |
2005, 2011, 2012 |
Kömür |
Geniş çapta |
Su kaynakları üzerindeki baskı ve rekabet ile birlikte mevzuat değişiklikleri ve iklim değişikliğinin etkilerinin bir araya gelmesi sonucunda elektrik santrallerinin soğutulmalarına dair güçlüklerin artması beklenmektedir. En büyük etkinin açık devre soğutma sistemleri ile çalışmakta olan nükleer ve kömürlü elektrik santralleri tarafından hissedilmesi beklenmektedir.
KRİTİK ALTYAPI
Kritik altyapı
(KA), bir ülkenin işleyişi ve günlük hayatın dayandığı zorunlu hizmetlerin
temin edilmesi için gerekli tesisleri, sistemleri, sahaları ve ağları ifade
etmektedir. Bu kavram ilk olarak 1996 yılında ABD'de
kullanılmıştır. Kritik Altyapı Direnci (KAD), temel hizmetlerin ciddi şekilde
kesintiye uğramasına neden olan 2001 İkiz Kuleler Saldırısı, 2003 Kuzey-Doğu
Elektrik Kesintisi ve 2005 Katrina ile 2012 Sandy Kasırgaları ardından önem
kazanmıştır.
Türkiye, hızla gelişen bir ülke olarak risk profilinde olduğu gibi kendine has büyüme zorlukları ile karşı karşıyadır ve bu duruma adapte edilmiş, yenilikçi planlama ve yönetim çözümlerine ihtiyacı vardır. 2013 yılında başlayan kuraklık, 2014 yılında yaşanan en kötü kuraklık olarak kayıtlara geçmiştir (1961 yılından bu yana) ve farklı bölgelerde yağışlar % 25 ile % 50 oranında düşüş göstermiştir. 2014 yılında özellikle şiddetli ve kısa süreli yağışlar nedeniyle bir dizi ani sel yaşanmıştır. 2015 yılı Haziran ayında İstanbul'da ciddi sel olayı yaşanmış ve 2014 yılı içerisinde Ankara'da 6 defa sel olayı yaşanmıştır. 2014 yılının Mayıs ayında gerçekleşen Balkan selleri de kaydedilen en olumsuz sel vakasıdır. 2015 yılı Şubat ayında Meriç ve Tunca nehirlerinin taşması nedeniyle, Bulgaristan’ın bir bölümü ve Edirne’de yaşanan sel felaketi, yüzyılın felaketi olarak nitelendirilmiş ve Edirne’de birçok kişinin tahliye edilmesi gerekmiştir. Aşırı ve bölgesel yağışların ciddi ekonomik kayıplara yol açmasının yanı sıra bazıları yüzyıllar önce tasarlanan şehirler ve altyapıların güçlendirilmesi ve yenilenmesi ihtiyacına dikkat çekmiştir.
Avrupa Birliği üye ülkelerinde son yıllarda, sıklıkla yaşanan
afet olayları, sıcak hava dalgaları, deniz seviyesi yükselmesine maruziyetin
artması, tarımda verim kayıplarının yaşanması gibi sebeplerle iklim
değişikliğine uyum ile ilgili önemli adımlar atılmıştır. Yapılan detaylı iklim
değişikliği risk ve etki değerlendirmeleri ışığında 2013 Nisan ayında
Brüksel’de kritik altyapının iklim değişikliğine uyumunu sağlamak amacıyla “AB İklim Değişikliği Strateji Planı” yayımlanmıştır.
Bu strateji planında, iklim değişikliğinin etkileri coğrafi bölgelere ve farklı
sektörlere göre ayrı ayrı değerlendirilmiş ve her bir olası durum için farklı
uyum seçenekleri önerilmiştir [1].
İngiltere, dünyada iklim değişikliği ve beraberinde getirdiği
tehditlere yönelik bir eylem planı hazırlayan ilk ülkedir. 2008
yılı İklim Değişikliği Yasası (Climate
Change Act) ile 2050 yılı için 1990 yılına kıyasla en az % 80 emisyon azaltım hedefi
belirlenmiştir. İngiltere, uyum konusunda da belki en
ileri durumda olan ülke konumdadır demek yanlış olmayacaktır. Özellikle 2007
yılında yaşanan sel felaketi, bir dönüm noktası olmuş, Hükümet,
uyum ve risk değerlendirme & yönetimi konusunda
bir dizi eylemde bulunmuş, raporlar hazırlamıştır.
SANTRELLERİN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN ETKİLENMESİ
İLE ALINABİLECEK ÖNLEMLER
İklim değişikliğinin doğrudan ve dolaylı etkileri sonucu termik santraller aşağıdaki şekillerde etkilenebilmektedir.
Artan ani yağış miktarlarına bağlı olarak nehir ve deniz kenarlarında bulunan santrallerin taşkın riskine maruz kalması,
Kuraklıkların enerji santrallerinde kullanılan soğutma suyu miktarını tehdit etmesi,
Yüksek sıcaklıklarda iletim hatlarının veriminin düşmesi ve fırtınalarda elektrik hatlarının birbirine değmesi sonucu gerçekleşen kısa devreler,
Trafo merkezlerinin ve yakıt tedarik zincirinin olumsuz koşullardan etkilenmesi.
Enerji santralleri yapılırken soğutma ihtiyacı göz önünde bulundurularak özellikle su kaynaklarına yakın yerler tercih edilmektedir. Nehir ve deniz kenarlarına yapılan santraller, yoğun yağışlar ve tsunami gibi doğal felaketlerin getirdiği risklere maruz kalmaktadır.
Bir takım önlemler alınarak tesisler
koruma altına alınabilmektedir.
Santrallerin deniz tarafında kalan bölgelerine güçlendirilmiş betondan duvar örülmelidir. Duvarlar tsunami ve deprem gibi doğal felaketlere dayanıklı şekilde yapılmalı ve duvarların üzerinde santral sahasına giren suların tahliyesini yapacak drenaj sistemleri bulunmalıdır. Santrallerin arka tarafına beton destekli toprak set çekilebilmektedir. En beklenmedik durumlarda, santralin deniz seviyesinin üzerinde 15 m sular altında kalması halinde bile taşkın sularının santral binasına girmesini engelleyecek koruyucu paneller ve su geçirmez kapılar inşa edilmelidir. Kritik ekipmanların yer aldığı odalar su geçirmez kapılar ile takviye edilerek olası bir taşkın halinde bu ekipmanların deniz suyuna maruz kalması engellenmelidir.
Termik santrallerin soğutulması
için gerekli olan su, genel olarak yakınlarda bulunan akarsular ve göller gibi
doğal su kaynaklarından karşılanmaktadır. Bu su kaynaklarının debilerinde ve barındırdıkları
su miktarlarında mevsimsel olarak değişimler gözlenebilmektedir ve termik
santraller yeterli miktarda su kullanamadığı durumlarda üretim azaltımına ve
hatta operasyonel duraklamalara maruz kalmaktadır. Mevsimsel su sorunlarını
ortadan kaldırmak ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden asgari seviyede
etkilenmek için yeni yapılacak santrallerin deniz ve okyanus gibi mevsimsel
değişimlerden daha az etkilenen su kaynaklarının yakınlarına yapılması iyi bir
uygulama örneği olarak ön plana çıkmaktadır.
Kullanılan su miktarını azaltmak için dünyada uygulanan yöntemlerin en etkilileri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir:
Santral Adı ve Yeri |
Uygulanan Önlemler ve Sonuçları |
Riga Termik
Santrali (Ünite 1 Riga, Letonya) |
1 nolu üniteye
entegre edilen soğutma suyu geri dönüşüm sistemi ile temiz su tüketimi 9,5
kat azalmış ve yıllık 30 milyon metreküpten, 3,1 milyon metreküp seviyesine
inmiştir. |
Palo Verde Nükleer
Santrali (Arizona, ABD) |
Soğutma suyu olarak
% 100 atık su kullanılmaktadır. Tesiste arıtılan su sahada arıtılarak
kullanılmasıyla hem atık su arıtım maliyetleri hem de soğutma suyu kullanımı
ortadan kalkmıştır. |
Boulder City Termik
Santrali (Nevada, ABD) |
Amerika’da birçok
su soğutmalı termik santral çevre yönetmeliklerine uygunluk ve doğal su
kaynaklarının azalması sebebiyle hava soğutmalı sistemlere geçiş yapmıştır. |
SONUÇ
Kömürle
çalışan termik santraller için su ve kömür en önemli iki girdidir. Bunlardan
birinin olmaması durumunda santral durma noktasına gelecektir. Mevcut
santraller için en önemli risklerden birisi olan su tüketimi, önümüzdeki
dönemlerde daha önemli bir hale gelecektir. Soğutma suyu ihtiyacını yüzey
sularından karşılayan termik santrallerin, iklim değişikliği etkilerine daha
çok maruz kalacağı düşünülmektedir. Mevcut durumda bile bazı santrallerde su
kullanımı ile ilgili sıkıntılar yaşandığı ve santrallerin faaliyetini sekteye
uğratabilecek risklerin mevcut olduğu belirlenmiştir.
Türkiye’de
mevcut termik santrallerin dağılımına ve kapasitesine bakıldığında, ağırlıklı olarak
nüfus ve sanayi&turizm kaynaklı elektrik ihtiyacının yüksek olduğu batı
bölgelerde yoğunlaştığı görüşmektedir.
Yaklaşık 328 projede, toplam 31bin MW olan Türkiye’nin Kurulu termik santral kapasitesinin, proje ve
yapım aşamasında projeler ile birlikte 63,783 MWe’ye ulaşabileceği
öngörülmektedir [2]. Mevcut projelerin ortalama büyüklüğü ve yeni inşa edilmesi
planlanan projelerin ortalama büyüklüğü dikkate alındığında, yeni projelerin
mevcut projelere göre ortalama büyüklüklerinin 3 katından fazla olduğu,
dolayısıyla hem kaynak ihtiyaçlarının hem de mevcut altyapılara bağımlılıkların
çok daha yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır. Yeni planlanan santrallerin,
tamamına yakınının özel sermaye ile yapıldığı düşünüldüğünde, Kamu açısından
finansal risk yok gibi görünse de, arz
güvenliği, iletim ve dağıtım altyapısının üretim tesislerine bağımlılığı gibi
hususlar dikkate alındığında, özellikle elektrik piyasasının ve mevcut ulusal
şebekenin istikrarı açısından tüm sistemin etkilenmesi kaçınılmazdır.
Günümüzde,
büyük sistemleri ve varlıkları etkileyen en önemli etkenlerden birisi, iklim
değişikliği kaynaklı aşırı hava olaylarıdır. Enerji varlıkları ve altyapısı
incelendiğinde, gerek yakıt tedariği ve üretim, gerekse iletim ve dağıtım
aşamalarında iklim değişikliğinin hem süreçlerin performansına, hem de sebep
olduğu altyapı hasarları nedeniyle faaliyetlerin kesintiye uğramasına neden
olduğu ortaya çıkmaktadır.
İklim değişikliği
konusu, politika çerçevesine adım adım dahil olmaktadır. Bu durum mevcut
verilerde ve karar-verme farkındalığında artış olduğuna işaret etmektedir.
Ancak etkin bir iklim dayanıklılığı stratejisi oluşturmak için halihazırda
atılması gereken birçok adım bulunmaktadır. İklim değişikliği etkisinden dolayı
özellikle yüksek risk altında olan enerji sektörü, iklim değişikliği etki
azaltma kapsamının genişletilmesi ile önlemlerini de dahil etmek olmalıdır.
KAYNAKLAR
http://ec.europa.eu/clima/policies/adaptation/what/docs/swd_2013_132_en.pdf
Mücahit SAV - Makine Yüksek Mühendisi
EÜAŞ Genel Müdürlüğü Çevre ve Kamulaştırma Daire Başkanı
Zeren ERİK - Kimya Yüksek Mühendisi
M. Kemal DEMİRKOL - Kimya Yüksek Mühendisi
GTE Carbon Genel Müdürü
Erdem ERGİN - Kimya Yüksek Mühendisi
Dünya Bankası, Uzman
BP Enerji Görünümü Raporu’nda, gelecek otuz yılın
muhtemel sonuçlarını ve etkilerini keşfetmeye yardımcı olmak maksadıyla Hızlı
(Rapid), Net Sıfır Emisyon (Net Zero) ve Mevcut
Durum (Business-As-Usual, BAU) olmak üzere üç senaryo üzerinde duruluyor.
Bu senaryolar gelecekte ne olacağına veya BP’nin ne olmasını istediğine dair
tahminler değildir. Daha ziyade, enerji geçişinin doğası ile ilgili farklı
yargı ve varsayımların olası sonuçlarını araştırırlar. Senaryolar arasındaki
farklılıklar, ekonomik ve enerji politikaları ve sosyal tercihler bağlamındaki
farklı varsayımların bir kombinasyonundan kaynaklanmaktadır.
Hızlı senaryosuna göre enerji kullanımından kaynaklanan karbon emisyonlarının 2018 seviyelerine göre 2050 yılına kadar yaklaşık yüzde 70 azalması bekleniyor. Net Sıfır Emisyon senaryosuna göre, 2050 yılına kadar karbon emisyonlarındaki azalma yüzde 95’in üzerindeki değerlere çıkıyor.
Mevcut Durum senaryosuna göre; hükümet politikalarının,
teknolojilerinin ve toplumsal tercihlerin yakın geçmişte görülenin devamı
şeklinde ve hızla gelişmeye devam ettiği varsayılıyor. Senaryoda, enerji
kullanımından kaynaklanan karbon emisyonlarının 2050 yılına kadar, 2018
seviyelerinin sadece yüzde 10 altında olacağı varsayılıyor.
Rapora göre, dünya daha düşük karbona doğru ilerliyor.
Dünyadaki enerji sistemleri, yakıtlar arasındaki artan rekabet ve müşterilerin
ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda çeşitlenerek köklü bir dönüşüm
geçiriyor. Elektrifikasyon arttıkça, enerji tüketimi de fosil yakıtlardan
yenilenebilir enerjiye doğru yön değiştiriyor. Karbon fiyatlarındaki artış gibi
temel politik önlemlerin ise, enerji kullanımı kaynaklı emisyonları kalıcı
olarak azaltması bekleniyor.
Birincil enerji talebi, Hızlı ve Net Sıfır Emisyon’da
yaklaşık %10 ve Mevcut Durum’da yaklaşık %25 artmaktadır.
Nihai enerji tüketiminde elektriğin önemi önümüzdeki
30 yıl içinde önemli ölçüde artacaktır. Yenilenebilir enerjilerin kömüre karşı
pay kazanmasıyla elektrik üretiminin karbon yoğunluğu önemli ölçüde düşecek.
2018’de %20 olan nihai enerji tüketimdeki elektriğin payı 2050’ye kadar Mevcut
Durum’da %34’e, Hızlı’da %45’e ve Net Sıfır’da %50’nin üzerine çıkacak.
Yenilenebilir enerji de en hızla gelişen enerji
kaynağı olarak görülüyor. 2018’de birincil enerjideki yüzde 5 olan
yenilenebilir enerji oranı 2050’ye kadar, Net Sıfır Emisyon’a göre yüzde 60’a,
Hızlı’ ya göre yüzde 45’e kadar yükseliyor. Mevcut Durum’a göre ise nispeten
daha az büyüme olsa da önümüzdeki 30 yılda birincil enerjideki büyümenin büyük
kısmını oluşturuyor. Rüzgar ve güneş enerjisi ağırlıklı yenilenebilir enerji,
önümüzdeki 30 yıl içinde en hızlı büyüyen enerji kaynağı olacaktır ve yeni
rüzgar ve güneş kapasitesinin geliştirilmesinde ve bu enerjilere yapılan
yatırımlarda önemli bir artış beklenmektedir.
Gelecek 30 yıl içinde, rüzgar ve güneş maliyetleri,
Hızlı’da sırasıyla yaklaşık %30 ve%65 ve Net Sıfır Emisyon’da %35 ve%70
azalacak.
Tüm senaryolarda gelecek 30 yıl içinde petrol
talebinde düşüş olacağı varsayılıyor. Bu düşüşün ölçeği ve hızı, karayolu
ulaşımının artan verimliliği ve elektrifikasyonundan kaynaklanmaktadır. Doğal
gazın görünümü ise petrolden daha dayanıklıdır çünkü gelişmekte olan
ülkelerdeki kömüre olan bağımlılığı azaltması ve karbon yakalama ve depolama
(CCUS) birleştiğinde sıfıra yakın bir karbon enerjisi kaynağı olarak
kullanılabilmesi onun kayda değer avantajları olarak gösteriliyor.
Hidrojen ve biyoenerji kullanımı artıyor.
Hem Hızlı hem de Net Sıfır Emisyon senaryoları karbon
fiyatlarının 2050’ye kadar, gelişmiş ülkelerde 250 dolar/ton CO2’ye
ulaşacağı ve gelişmekte olan ekonomilerde ise 175 dolar/ton CO2
seviyelerine geleceği ve bu itibarla önemli ölçüde bir artış göstereceğini
varsayıyor. Mevcut Durum senaryosu ise gelişmiş ekonomilerde 65 dolar/tonCO2 ve
gelişmekte olan ekonomilerde 35
dolar/tonCO2 değerleriyle çok daha düşük karbon fiyatları olacağını
varsayıyor.
Her üç senaryoda da küresel GSYİH yıllık büyüme
ortalamaları (2015 Satın Alma Gücü Paritesi bazında) yaklaşık %2,6’dır.
Küresel faaliyetteki genişleme, nüfus artışıyla
desteklenecek ve dünya nüfusunun 2 milyardan fazla artarak 2050 yılına kadar
yaklaşık 9,6 milyara ulaşacağı öngörülüyor.
Endüstride kömür kullanımı her üç senaryoda da keskin
bir şekilde düşüyor.
Hindistan, her üç senaryoda da 2050’ye kadar birincil
enerji talep artışının en büyük kaynağı oluyor.
Petrol ve doğalgaz ihracatı Ortadoğu ve Rusya’nın
hakimiyetinde olmaya devam ediyor.
Sıvı yakıt talebinin görünümüne ulaşım sektöründeki
değişiklikler hakimdir.
LNG, hem Hızlı hem de Mevcut Durum senaryosunda önemli
ölçüde genişleyerek daha rekabetçi, küresel olarak entegre bir gaz pazarı
oluyor.
Nükleer enerji, 2050’ye kadar Hızlı ve Net Sıfır’da
sırasıyla yaklaşık %100 ve %160 artarak, güçlü bir şekilde büyüyor.
Hidroelektrik önümüzdeki 30 yıl içinde büyüyor, ancak
geçmişe göre daha yavaş bir hızda.
Dünya düşük karbonlu bir enerji sistemine geçerken
hidrojenin rolü artıyor.
Kaynak: “BP
Energy Outlook 2020”, BP
Giriş 21. yüzyılın başından itibaren artan enerji talebi, fosil yakıt rezervlerinin sınırlılığı ve iklim değişikliğinin yol açtığı küres...