İklim ile ilgili gelişmeler, 20. yüzyılın son çeyreğinde bir uluslararası sorun alanı olarak görülmeye başlanmıştır. Bu anlamda en somut uluslararası adım; atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamak üzere Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) içerisinde yer alan Kyoto Protokolü’nü 199 ülkenin imzalaması olmuştur. Protokol’de yer alan kimi ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan gazların salımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa emisyon ticareti yoluyla haklarını arttırmayı taahhüt etmişlerdir.
Küresel İklim Değişikliği Anlaşması olan Kyoto Protokolü’nün 2020 yılında
sona ermesinden sonra yerini alan yeni anlaşma, 21. Taraflar Konferansı (Conferences of the Parties, COP-21)’de
onaylanmıştır. 2015 yılı Aralık ayında, Paris’te toplanan COP-21’de, 195 ülke
tarafından, BMİDÇS’nin atmosferdeki sera gazı birikimini iklim için tehlikeli
görülen insan kaynaklı müdahaleyi önleyecek düzeyde tutma amacını ortaya koyan yeni
bir küresel anlaşma kabul edilmiştir. Anlaşmanın 2020 yılında yürürlüğe
girebilmesi için küresel salımların en az % 55’ini temsil eden en az 55 ülkede
yasal olarak kabul edilmesi gerek görülmüştür. 2016 yılı Nisan ayında imzaya
açılan söz konusu anlaşma ile küresel politika hedefi
olarak belirlenen sıcaklık artışının 2 °C’nin de altında 1,5 °C’de tutulması
amaçlanmıştır. 55 ülkenin kabul etmesi ile söz konusu koşul sağlanmış olup, 4
Kasım 2016 tarihi itibariyle anlaşma yürürlüğe girmiştir.
Türkiye, bağlayıcı olmayacak surette Ulusal Katkı Niyet Beyanını (Intended Nationally Determined Contribution, INDC), teslim tarihine bir gün kala 30 Eylül 2015 tarihinde BMİDÇS Sekretaryası ile paylaşmıştır. 22 Nisan 2016 tarihinde, New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde 175 ülke temsilcisiyle birlikte Anlaşmayı imzalamış olmasına karşın ancak 2021 yılı Ekim ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçirerek Taraf olabilmiştir.
Anlaşma kapsamında ülkemiz; hedefini 2030 yılında referans senaryoda öngörülen artıştan % 21 azaltım şeklinde belirlemiştir. Toplam sera gazı salımı 2020 yılında 523,9 MtCO2e olan Türkiye, INDC’deki baz senaryoya göre 2030 yılında 1.175 MtCO2e salım öngörürken atılacak adımlarla bu rakamı 929 MtCO2e’ye azaltacağını beyan etmiştir (Şekil 1). Anlaşma, Ulusal Katkı Beyanlarının her 5 yılda bir sunulmasını ve dönemsel olarak gözden geçirilerek hedeflerin de tedricen yükseltilmesini öngörmektedir.
Şekil 1. Türkiye’nin Ulusal Niyet Katkı Beyanı
Türkiye, Paris Anlaşması kapsamında hep iki konunun önemi üzerinde durmuştur: Birincisi; Türkiye’nin finans ve teknoloji desteklerine erişebilmek bakımından kendisi ile benzer konumdaki ülkelerle aynı şekilde muamele görmesidir. Zira G20 ülkeleri içerisinde yer aldığından Kyoto Protokolü eklerinde yer aldığı gibi “gelişmekte olan ülkeler” kategorisi yerine Paris Anlaşması’nda “gelişmiş ülkeler” kategorisi içerisinde gösterilmiştir. İkinci konu; Türkiye’nin ekonomik büyüme ve nüfus artışı gibi ölçütler dikkate alındığında mutlak emisyon azaltımı yapmasının imkânsız olduğu, bu hususun da kayıt altına alınması gerektiğidir.
İklim müzakerelerinde genelde gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere nazaran sera gazı emisyonlarını azaltmak için daha iddialı ulusal hedefler taahhüt etmeleri beklenmektedir. Büyük petrol üreticisi ülkeler küresel iklim anlaşmalarıyla fosil yakıt talebinin ve fiyatlarının azalacağından endişe ettiklerinden bu anlaşmalara sıcak bakmamaktadır. Özellikle zengin ve sanayileşmesini tamamlamış ülkelerin kendi paylarına düşeni yapmadıkları için diğer ülkeler de iklim değişiklikleri ile ilgili gerçek anlamda koruyucu bir anlaşmanın olacağı konusunda isteksizlik gösterebilmektedir.
Türkiye’nin Durumu
Türkiye’nin 2015 yılında BMİDÇS Sekretaryası’na sunduğu INDC, birçok uzman ve kuruluş tarafından günümüz koşullarında gerçekçi görülmemektedir. Anılan INDC beyanında, 2030 yılında 1.175 MtCO2e olarak öngörülen emisyon düzeyinden % 21 azaltımla 929 MtCO2e hedef belirlenmiş ise de 2015 yılından bu yana Türkiye’nin enerji dönüşümünde gerçekleştirdiği başarılar ve düşük karbonlu teknolojilerin maliyet ve verimliliklerindeki olumlu gelişmeler de dikkate alınarak hedefin yenilenebileceği düşünülmektedir. Geçen süre zarfında enerjide dijitalleşmenin etkin kullanılması, yenilenebilir enerji kaynaklı üretim oranlarının beklentilerin üzerinde gerçekleşmesi ve başta güneş olmak üzere yenilenebilir kaynaklı üretim sistemlerindeki maliyetlerin düşme eğilimi göstermesi gibi birçok olumlu etken oluşmuşken, Türkiye’nin INDC’de yer alan emisyon projeksiyonları gerçekçi olarak tekrar gözden geçirilmelidir.
Nitekim 2020 yılında TÜSİAD tarafından yaptırılan Türkiye ekonomisi için farklı genel denge modellerinde; Türkiye’nin iklim konusunda ekstra bir çaba içine girmediği baz senaryolarda 2030 yılındaki emisyon düzeyi 710 ila 984 MtCO2e aralığında bulunmuştur. Yapılan pek çok farklı çalışmada da INDC’de beyan edilen 929 MtCO2e hedefinden daha düşük emisyon düzeyine ulaşılabileceği vurgulanmaktadır. (Kaynak: Ekonomik Göstergeler Merceğinden Yeni İklim Rejimi Raporu, TÜSİAD Eylül 2020)
TÜİK tarafından 2022 yılı Nisan ayında açıklanan en son verilere göre; Türkiye’nin 2020 yılı toplam sera gazı emisyon miktarı 523,9 MtCO2e olmuştur. 2020 yılında Türkiye’nin enerji sektöründen kaynaklanan sera gazı emisyonlarının bir önceki yıla kıyasla % 0,6 artmış olduğu görülmüştür. Türkiye’de kişi başına düşen sera gazı emisyon miktarı 1990 yılında 4 ton CO2 eşdeğeri olarak hesaplanmışken bu oran; 2017 yılında 6,5 ton/kişi, 2018 yılında 6,4 ton/kişi, 2019 yılında 6,2 ton/kişi ve 2020 yılında 6,3 ton/kişi olmuştur.
Şekil 2. 1990-2020 Toplam Sera Gazı Emisyon Miktarları (TÜİK)
Türkiye’de kişi başı emisyonlar 1990 yılında 4 ton CO2e’den, 2020 yılında % 57 artışla 6,3 ton CO2e düzeyine ulaşmışken, AB ülkeleri ortalaması 9,09 ton CO2e düzeyinden 2020 yılı itibariyle 5,91 ton CO2e’ye yaklaşık % 30 oranında azalmıştır. Yine 1990-2020 yılları arasında Türkiye’nin toplam sera gazı emisyonu % 140’a yakın bir artışla 2020 yılında 523,9 milyon ton CO2e düzeyine ulaşırken, aynı dönemde AB ülkelerinde bu oran % 30 dolayında azalmıştır (Kaynak: EDGAR). Görüldüğü gibi AB ülkeleri emisyonlarını hızlı bir şekilde düşürürken, Türkiye’de hem toplam emisyonlar hem de kişi başı emisyonlar artış göstermektedir. ABD ve AB gibi ülkelerde karbon emisyon oranlarının gerilediği Türkiye’nin ise gelişmekte olan bir ülke olarak emisyonlarını artırdığı bu dönemde, OECD içerisinde yer alan gelişmiş ülkelerin emisyon azaltım taahhütlerini yerine getirmek için çok fazla çaba göstermelerine gerek olmayacaktır.
2018 yılına göre hazırlanan Türkiye ve AB elektrik sektörlerinin sera gazları yoğunluğu Şekil 3’te gösterilmiştir. Buna göre; Türkiye, 17,5 kg CO2e/avro sera gazı yoğunluğu ile 4,5 kg’lık AB sera gazı yoğunluğu ortalamasının dört katıdır. Bu miktar, AB bölgesinin en önemli fosil yakıt yoğunluğu yüksek ülkesi Polonya’nın bile üstündedir.
Şekil 3. Türkiye ve AB Ülkelerinin Elektrik Sektörü Sera Gazı Yoğunluğu, 2018 Yılı (Kaynak: Eurostat, TÜİK)
Ancak, Türkiye; sanayileşme sürecini tamamlamamış ve gelişmekte olan bir ülke olarak sadece OECD üyesi olması nedeniyle, uluslararası iklim müzakerelerinde ve karbon ticaretinde hak ettiği yeri henüz alamamıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi bugüne kadar atmosfere saldığı toplam emisyon miktarı, yıllık emisyon miktarları ve kişi başına emisyon oranları açısından OECD, AB ve dünya ülkeleri ortalamasının çok altındadır.
Kümülatif Emisyonlar
İklim değişikliği ile ilgili anlaşmalarda taahhütleri verenlerin hükümetler ve devletler olmasına rağmen emisyon azaltımını gerçekleştirecek olanlar, şirketlerin kendileridir. Bu nedenle şirketlerin emisyon azaltım istekleri çok daha önemlidir. 2020 yılında 1.000’den fazla şirket 2050 yılına kadar net sıfır emisyon taahhüdünde bulunmuştur. Bunların içinde dünya çapında büyük enerji şirketleri bulunmaktadır.
En son açıklanan ABD merkezli İklim Hesap
Verilebilirliği Enstitüsü'nün (Climate Accountability Institute) verilerine
göre; 20 büyük şirket, 1965 yılından 2017 yılına kadar 480 milyar tCO2e sera gazı
üretmiştir. Bu rakam, aynı süre içindeki karbon emisyonlarının % 35'ine
karşılık gelmektedir. Dünyanın en büyük enerji şirketlerinin emisyonlardaki
liderliği sürmektedir. Söz konusu 20 şirketten
12'si Kamu iştiraki bulunan şirketlerdir. Bu şirketlerin emisyonlardaki toplam
payı ise % 20 civarındadır.
1850 yılından bu yana kümülatif emisyonlara bakıldığında ABD açık arayla birinci sırada yer almakta olup yirminci yüzyılın en büyük sera gazı üreticileri olarak ise Çin ve ardından sırasıyla; Rusya, Almanya, Birleşik Krallık ve Japonya gibi dünyanın büyük ekonomileri gelmektedir. İlk onda olan diğer ülkeler ise Hindistan, Fransa, Kanada ve Polonya olmuştur. Özellikle Çin ve Hindistan 1990 yılından bu yana emisyonlarını hemen hemen dörde katlamışlardır.
Küresel Atmosfer Araştırmaları Emisyon Veri Tabanı’nın (EDGAR-Emissions Database for Global Atmospheric Research) verilerine göre, 2020 yılı itibariyle dünyaya salınan sera gazlarının % 32,48’ine Çin sebep olmaktadır. Çin’i % 12,61 ile ABD ve % 7,29 ile Avrupa Birliği takip etmektedir. Hindistan % 6,71 ile dördüncü sıradayken, ardından % 4,66 ile Rusya gelmektedir (Tablo 1). Çin, ABD, AB, Hindistan, Rusya, Japonya, Brezilya, Kanada gibi ülkeler; kimi gelişmiş ülke olması kimi de büyük nüfus yoğunlukları sebebiyle dünya toplam emisyonlarının % 90’ından sorumlu ülkelerdir. Bu ülkeler tarafından, atmosfere salınan emisyonlar kontrol altına alındığında, dünya üzerinde iklim değişikliğine yönelik tehditler de zaten büyük oranda bertaraf edilmiş olacaktır.
Tablo 1. Bazı Gelişmiş Ülkelerin Küresel Emisyonlardaki Payı (Kaynak: EDGAR)
Küresel
Emisyonlardaki Pay |
||
Ülkeler |
2020 (%) |
1850-2011 (%) |
Çin |
% 32,48 |
% 11 |
ABD |
% 12,61 |
% 27 |
AB |
% 7,29 |
% 25 |
Rusya |
% 4,66 |
% 8 |
Yine Küresel Atmosfer Araştırmaları Emisyon Veri Tabanına göre; ülkeler arasında en yüksek kişi başı emisyon miktarı sıralandığında; dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olan ülkelerden Katar 35,64 ton, Birleşik Arap Emirlikleri 20,7 ton, Suudi Arabistan 16,96 ton, ardından gelişmiş ülkeler olarak Avustralya 15,22 ton, Kanada 14,43 ton ABD 13,68 ton ve Güney Kore 12,07 ton ile ilk sıralarda yer almaktadır.
Sonuç
Ekonomik bakımdan gelişmiş pek çok ülke; yaklaşık 200 yıl öncesinden bu yana, gelişimini sürdürürken ve bilhassa ekonomisinin büyüme aşamalarında, karbon oranı yüksek fosil yakıtları yoğun bir şekilde kullanmıştır. Dünyanın kümülatif karbon yüküne büyük oranda yıllar öncesinden etki etmeye başlamışlardır. Türkiye gibi gelişmekte olan birçok ülke; sanayi kalkınmalarına ise yeni yeni başlamışlardır. Konuşulmaya başlanılan iklim değişikliği anlaşmalarına bu ülkelerin hemen adapte olmaları beklenmektedir. Ancak ülkelerin büyük bir çoğunluğu, dünyanın kirlenmesine sebep olan küresel ekonomiler ile aynı kategoride tutulmamayı talep etmektedir. Yatırım yapma ihtiyacı olan çok sayıdaki ülke ile düşük karbon ekonomilerine geçiş yapmak isteyen veya geçiş yaptığını söyleyen ülkeler arasındaki dengenin çok iyi oturtulması gerekmektedir.
Paris Anlaşması
ile 2020 yılından sonra artık OECD ülkelerinin karara bağlanan yeni ihracat
kredi kriterlerine göre, termik santral yatırım projelerinde kurulu gücüne
bakılmaksızın sadece “ultra süper kritik” basınç ve sıcaklık kriterlerini
(>240 bar, >593°C) sağlayan veya 750 gr/kWh’den daha düşük düzeyde CO2
salımı gerçekleştiren türden tasarlanmış tesislere ihracat kredisi ile
finansman sağlanabilecektir. Günümüzde ultra süper kritik parametrelere göre
tasarlanmış olan termik santrallerde, her bir ünitenin kapasitesi 500 MW’ın üzerinde
olabilmektedir. Ayrıca ultra süper kritik santrallerde 6000-7000 kCal gibi çok
yüksek kalorili ithal kömürler kullanılmaktadır. Türkiye’de hatırı sayılır
miktarda bulunan yerli kömürlerin kalorileri son derece düşük olduğundan dolayı
yıllar içerisinde kademeli olarak yerli kömür kullanımı durdurulacaktır. Çünkü
bu kömürlerin, yeni kriterlere göre, elektrik enerjisi üretiminde kullanılması imkânsız
hale gelecektir. Birkaç milyar dolarlık bu devasa projelerin yaptırılmaları
kendi öz kaynaklarıyla mümkün görülmediğinden dış finansmana ihtiyaç duyulacağı
ve artık kredi alma olanakları da kesileceğinden linyit kaynaklı santral
projelerinin durdurulması söz konusu olacaktır.
Kaynakça
1. Suriye’de Savaş Paris’de Anlaşma, Sav M.
2. www.unfccc.int/submissions/INDC/
3. CDP Carbon Majors Report 2017, https://www.cdp.net ›
reports › downloads
4. Türkiye’de Sera Gazı Emisyon Ticareti Sisteminin Kurulmasına Yönelik Yol Haritası, ÇŞB, PMR, 2016
5. Küresel Atmosfer Araştırmaları Emisyon Veri Tabanı (EDGAR-Emissions Database for Global Atmospheric Research) https://edgar.jrc.ec.europa.eu/
6. Ekonomik Göstergeler Merceğinden Yeni İklim Rejimi Raporu, TÜSİAD Eylül 2020, https://tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/10633-ekonomik-gostergeler-merceginden-yeni-i-klim-rejimi-raporu
7. https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Sera-Gazi-Emisyon-Istatistikleri-1990-2020-45862
8. www.unfccc.int/national_reports/
9. Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Yolları ve Öncelikleri, WWF-İPM\İstanbul Politikalar Merkezi Raporu,
10. Salgın Sonrasında Enerji Dönüşümü ile Sürdürülebilir
Büyüme Raporu, SHURA Enerji
Dönüşüm Merkezi, 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder