25 Aralık 2023 Pazartesi

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ İLE SON DEPREMLERİN ENERJİ YAPILARINA ETKİLERİ

Ekonomilerin gelişmesi ile büyümesinin devam edebilmesi için gerekli olan kesintisiz, kolay erişilebilir ve ucuz enerji, tüm ülkelerin ekonomi politikalarının odak noktalarından biri olmuştur. Küresel olarak her ülkeyi farklı şekillerde etkileyen iklim değişikliğine bağlı sorunlar ile doğal afetler, enerji güvenliğiyle ilgili değerlendirmelerde ve analizlerde yerini almaya başlamıştır.

İklim değişikliği krizi hem dünyamızı hem de insanları etkileyen küresel ve ekolojik bir sorun olarak ağırlığını artırarak devam etmektedir. Bu konu ekonomileri tehdit ettiği gibi enerji dünyasını da tehdit etmektedir. Buna mukabil küresel iklim değişikliği ve çevre konularına olumsuz olarak da en çok enerji sektörü etki etmektedir.

Yapılan çalışmalarda, iklim değişikliğinin enerji güvenliği için ciddi bir risk oluşturduğu belirlenmiş olup, bu riskler liberalleşen enerji piyasasında hem yatırımcılar hem de finans kuruluşları için beklenmeyen sorunlar oluşturmaktadır. Tahmin edilemeyen aşırı hava olaylarının sıklaşması ile sel, taşkın, deprem vb. felaketlerden zarar gören enerji alt ve üst yapıları, enerji hizmetlerinin kesintiye uğramasına yol açmaktadır. Doğal afet hallerinde enerjinin özellikle elektrik enerjisinin hayati önemi; ısınma, barınma, sağlık ve gıda hizmetlerinin temel kaynağı olarak değerlendirilmektedir.

Depremler ise diğer tüm afetlerin toplamından daha fazla insanın ölümüne sebep olmaktadır. İnsan sağlığının yanı sıra sosyal süreçler üzerinde de depremlerin önemli etkileri bulunmaktadır. Aynı zamanda ulaşım, sağlık, eğitim, tarım, enerji ve diğer sektörler üzerinde olumsuz bir etkiye sahiptir. Bu nedenle deprem riski yüksek olan bölgelerdeki insanlar, söz konusu sektörlerdeki sorunlar nedeniyle hizmetlere erişimde birçok zorlukla karşılaşmaktadır.

Kritik Altyapılar

Bir sistemin işleyişi ve günlük hayatın dayandığı zorunlu hizmetlerin temin edilmesi için gerekli olan tesisler, sahalar ve ağların hepsi kritik altyapı olarak adlandırılır. Gündelik hayatın devam etmesi için kritik altyapıların zarar görmemesi gerekmektedir. Ulaşımı sağlayan tüm yollar, sanayiye yakıt ve ham madde taşıyan boru hatları ve tesisler, temiz suya ve elektriğe erişim için gerekli olan barajlar kritik altyapılardan sadece bir kaçıdır. Temel hizmetlerin ciddi şekilde kesintiye uğramasına neden olan 2001 yılı İkiz Kuleler Saldırısı, 2003 yılı Kuzey-Doğu Elektrik Kesintisi ve 2005 yılı Katrina ile 2012 yılı Sandy Kasırgaları ardından bu kavram oldukça önem kazanmıştır. Enerji sektörü bilhassa elektrik üretim, elektrik ve doğal gaz iletim ile dağıtım sistemleri kritik altyapılar olarak tanımlanmaktadır.

Elektrik iletim ve dağıtım altyapılarının aşırı yağış, sel ve fırtınadan zarar görmesi, iletim ağında yaşanan duraklama ya da yavaşlamalardan kaynaklı üretim aksaklıkları, hammadde kalitesinde yaşanan değişkenlikler enerji üretimini olumsuz etkilemektedir. Bir sistemin sekteye uğraması farklı sektörler ve hizmetler üzerinde ardı ardına yaşanacak etkiler oluşturabilmektedir. Bazı kesintiler veya arızalar, sistemi yerel ölçekte etkilerken bazıları ise bölgesel, ulusal hatta sınır ötesi ölçekte yıkıcı etkilere neden olabilmektedir.

ABD’nin enerji altyapısı en sağlam eyaletlerinden biri olan Teksas’ta 2021 yılında yaşanan, hem elektrik hem de doğal gaza erişimi engelleyen şiddetli soğuklar; iklim değişikliği nedenli afetlerin kritik altyapılara verdiği tahribatın en somut örneklerinden biridir. Teksas enerji bakımından ülkenin en donanımlı ve zengin eyaleti olmasına karşın, yaşanan yoğun kar yağışı nedeniyle 13 saat elektriksiz kalmıştır. Ülkemizde de 2012 yılında, ulusal elektrik dağıtım şebekesinde meydana gelen bir arıza, Marmara Bölgesi’nin tamamında birkaç saat boyunca elektrik kesintisine neden olmuş, aynı şekilde yine 31 Mart 2015 tarihinde ise tüm yurtta meydana gelen elektrik kesintisinin (black-out) yansımaları Türkiye kadar bazı komşu ülkelerde de hissedilmiştir.

2011 yılında Japonya’da meydana gelen Fukushima nükleer kazasından sonra enerji tarihine damgasını vuran en önemli olay; korona salgını olmuştur. 2019 yılında başlayan ve tüm dünyaya yayılan salgın, enerji sektörünün durağanlaşmasına sebep olmuştur. Bu salgın esnasında petrol arzı son 50 yılın en düşük seviyesini görmüştür. Doğal gaz fiyatları da son 20 yılın en düşük seviyesine inmiştir. Bütün piyasalar ve ekonomiler bu salgından olumsuz etkilenmiştir. Enerji üretim ve tüketimleri de bu etkilenmelerden nasibini almıştır. Korona salgınının ekonomik faaliyetleri duraklatıcı ve hatta bazı iş kolları açısından felç edici niteliği, dünyanın pek çok coğrafyasını olduğu gibi Türkiye’yi de derinden etkilemiştir. Enerji sektörü ve sanayi başta olmak üzere ulaştırma, turizm ve sağlık gibi sektörler bu süreçten olumsuz etkilenmişlerdir. Ayrıca salgının yanı sıra Türkiye için son yıllarda yaşanan deprem, sel, heyelan, çığ gibi ani karşılaşılan felaketler de insanların hayatını ve ülke ekonomisini olumsuz etkilemiştir. Bu tür durumlarda enerji kısıtlarının yaşanma ihtimali ise en sarsıcı felaketlerin başında gelmektedir.

İklim Değişikliği Kaynaklı Afetlerin Etkisi

Günümüzde, büyük sistemleri ve varlıkları etkileyen en önemli etkenlerden birisi, iklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olaylarıdır. Enerji varlıkları ve altyapıları incelendiğinde, gerek yakıt tedariği ve üretim, gerekse iletim ve dağıtım aşamalarında iklim değişikliğinin hem süreçlerin performansına, hem de sebep olduğu altyapı hasarları nedeniyle faaliyetlerin kesintiye uğramasına neden olduğu ortaya çıkmaktadır.

İklim değişikliğinin doğrudan ve dolaylı etkileri sonucu enerji tesisleri değişik şekillerde etkilenmektedir. Bunlar arasında; artan ani yağış miktarlarına bağlı olarak nehir ve deniz kenarlarında bulunan tesislerin taşkın riskine maruz kalması, kuraklıkların enerji tesislerinde kullanılan soğutma suyu miktarını tehdit etmesi, yüksek sıcaklıklarda iletim hatlarının veriminin düşmesi ve fırtınalarda elektrik hatlarının birbirine değmesi sonucu gerçekleşen kısa devreler ve trafo merkezleri ile yakıt tedarik zincirinin olumsuz koşullardan etkilenmesi gibi birçok husus yer almaktadır.

İklim değişikliği senaryolarına göre; yağış, sıcaklık, bitki örtüsü, nem oranı gibi birçok parametrede değişiklik olacağı tahmin edilmektedir. Söz konusu parametrelerdeki değişiklikler, enerji tesislerinin tasarım parametrelerinde de değişikliklere yol açabilecek ve bunun sonucu olarak, verim kaybı, su kaynaklarına erişim, maliyetlerde artış gibi riskler doğurabilecektir. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı Türkiye İklim Projeksiyonlarının da gösterdiği üzere; Türkiye’de de yağış ve sıcaklık parametrelerinde değişiklikler yaşanmaktadır ve yaşanacaktır. Bu durumda, temelleri yıllar önce atılan enerji tesisleri için değişen fiziksel şartlara nasıl uyum sağlayacaklarının belirlenmesi ve elektrik üretiminin kesintisiz devamı konusunda risk değerlendirmesinin yapılması önem taşımaktadır. Gelecekteki tesisler için ise tasarım parametrelerinin, bu projeksiyonları göz önünde bulundurarak belirlenmesi ve gerekli önlemlerin önceden alınması ve uygulanması gerekmektedir.

Ülkemizde de duymaya çok alışkın olmadığımız hortum haberleri, aşırı yağmur yağışı sebebi ile okulların tatil olması, kar yağışının düzensizliği ve kurak ayların öncekilerden daha uzun sürmesi gibi olayların sıklık ve şiddetinin artması, iklim değişikliğine maruz kaldığımızın göstergeleri olarak kabul edilmektedir.

Türkiye’de 2013 yılında başlayan kuraklık, 2014 yılında yaşanan en kötü kuraklık olarak kayıtlara geçmiştir (1961 yılından bu yana) ve farklı bölgelerde yağışlar yüzde 25 ile yüzde 50 oranında düşüş göstermiştir. 2015 yılında Meriç ve Tunca nehirlerinin taşması nedeniyle, Bulgaristan’ın bir bölümü ve Edirne’de yaşanan sel felaketi, yüzyılın felaketi olarak nitelendirilmiş ve Edirne’de birçok kişinin tahliye edilmesi gerekmiştir. 2016 yılı tüm zamanların en sıcak ikinci yılı, daha sonra 2020 yılı ardından 2023 yılı tüm zamanların en sıcak yılları olarak kayıtlara geçmiştir. 

BM Çevre Programı Adaptasyon Raporu’na göre; 2020 yılı tüm zamanların en sıcak yılı olduğu zaman, Sibirya’da sıcak hava dalgası, Avustralya ve Amerika’da orman yangınları, yıkıcı Atlantik kasırgaları ve Asya’nın birçok yerinde fırtınalar ile dünyanın her tarafında sellerin yaşanması görülmüştür. Bu sel, fırtına, kasırga gibi felaketler ve kuraklık olayları hemen hemen her yıl tekrarlanır olmuştur artık. Aşırı ve bölgesel yağışların ciddi ekonomik kayıplara yol açmasının yanı sıra, yüzyıllar önce tasarlanan şehirlerin ve altyapıların güçlendirilmesi ve yenilenmesi ihtiyacı da oluşmuştur.

2011 yılında Avustralya’da yaşanan sel, kömür ihracatını azaltmış ve kömür fiyatlarının artmasına neden olmuştur. ABD’de yaşanan kuraklık ise mısır üretiminin azalmasına ve benzin fiyatlarının artmasına neden olmuştur. Büyük kömür üretim ve tüketiminin olduğu ülkelerin yaklaşık yüzde 50’si su sıkıntısı içerisinde olan ülkelerdir. Bu ülkelerin enerji üretimleri, su kıtlığının sonucu olarak çıkmaza girmekte yeni su kaynaklarının bulunması için yapılan çalışmalar ve projelerin ertelenmesi maliyetlerin artmasına neden olmaktadır.

Türkiye, tarih boyunca büyük depremlerin meydana geldiği yüksek sismik aktif Anadolu plakası üzerinde bulunmaktadır. Ülkemizde, 1900 yılından günümüze şiddeti 7’nin üzerinde en az 20 deprem meydana gelmiştir. Bu da Türkiye’yi depremlerden en çok zarar gören ülkeler sıralamasında üst sıralara taşımaktadır. Can kaybı ve ağır hasar bakımından en büyük depremler sırasıyla, 1939 yılı Erzincan, 1971 ve 2003 yılları Bingöl, 1999 yılı Gölcük merkezli Marmara, 2020 yılı Elazığ ve 2023 yılı Kahramanmaraş depremleri olmuştur. En son bu yıl 11 ilde yaşanan depremler sonucunda 48 binden fazla insan hayatını kaybetmiş, yarım milyondan fazla bina hasar görmüş, iletişim ve enerji altyapıları zarar görmüş ve önemli maddi kayıplar oluşmuştur.

Depremden etkilenen 11 ilin 2022 yılı sonu itibarıyla toplam elektrik enerjisi kurulu gücü 24.476 MW olup, ülkemiz toplam kurulu gücünün yüzde 23,6’sını oluşturmaktadır. Bölgede 2022 yılında toplam 68,5 TWh elektrik üretimi ve 58,1 TWh elektrik tüketimi gerçekleşmiş olup bu tutarlar aynı yıldaki ulusal elektrik üretim ve tüketiminin sırasıyla yaklaşık yüzde 21’ine ve yüzde 19’una karşılık gelmektedir. Ayrıca bölgede 2.224 km doğal gaz iletim hattı ve 1.785 km ham petrol boru hattı bulunmakta olup, Türkiye’deki ulusal doğal gaz iletim ve ham petrol boru hattı uzunluğunun sırasıyla yüzde 11,5’ine ve yüzde 56’sına karşılık gelmektedir. 11 ilde bulunan doğal gaz dağıtım hattı uzunluğu ise 20.694 km olup, Türkiye’deki toplam doğal gaz dağıtım hattı uzunluğunun yüzde 12,4’ünü oluşturmaktadır.

Deprem sonucunda TEİAŞ ile elektrik dağıtım hatlarına ait elektrik direkleri yıkılmış olup, trafo merkezi ve ekipmanlarında büyük ölçüde hasar meydana gelmiştir. Ayrıca BOTAŞ’a ait doğal gaz iletim hatlarının birçok farklı noktasında patlama ve arızalar meydana gelmiştir. Bununla birlikte bölgedeki doğal gaz dağıtım hatları ve tesislerinde de hasarlar meydana gelmiştir. Hasarların çok fazla olduğu bazı bölgelerde can ve mal emniyet açısından günlerce elektrik kesintisi yapılmıştır. Doğal gaz arzı birkaç gün sonra kontrollü ve kademeli bir şekilde sağlanmaya çalışılmıştır. Doğal gaz arzının kritik olduğu bölgelere sıkıştırılmış doğalgaz (CNG) tedarik edilmiştir. Bölgedeki elektrik iletim ve dağıtım hatlarında ve tesislerinde yaşanan hasarlar ve yine bölgede bulunan bazı elektrik üretim santrallerinin durdurulması nedeniyle oluşan elektrik arz açığının giderilebilmesini teminen acil durumlarda kullanılmak üzere EÜAŞ tarafından bölgeye mobil elektrik üretim santralleri temin edilmiştir.

        
Türkiye’de mevcut elektrik üretim tesislerinin dağılımına ve kapasitesine bakıldığında, ağırlıklı olarak nüfus ve sanayi&turizm kaynaklı elektrik ihtiyacının yüksek olduğu batı bölgelerde termik ve yenilenebilir enerji kaynaklı santrallerin, doğu bölgelerde ise hidrolik ağırlıklı santrallerin yoğunlaştığı görülmektedir. Ulusal enterkonnekte iletim sistemi sayesinde tüm bölgelerin elektrik arzının sorunsuz şekilde sağlanması için yoğun yatırımlar yapılmaktadır. 1999 yılında meydana gelen Marmara depreminden sonra ülke genelinde elektrik kesintileri yaşanmıştır. 2023 yılında meydana gelen Maraş ve Hatay depremlerinde ülke çapında bir kesinti yaşanmamış olup, kısmi ve bölgesel kesintiler olmuştur.

Potansiyel afet bölgelerinde gelecekte kurulması muhtemel elektrik üretim tesislerinin değerlendirilmesi sırasında bu tesislerin afetlerden etkilenme olasılıklarının ve fay hatlarına olan uzaklıklarının dikkate alınması gerekmektedir. Özellikle ulusal iletim hatlarının yatırımlarına ağırlık verilerek, afet bölgesinde zarar gören üretim tesislerine karşın diğer bölgelerdeki tesislerin en kısa sürede sisteme entegre olmaları sağlanmalıdır. Bölgede enerji altyapılarının yeniden inşası veya iyileştirilmesi sürecinde gelecekteki afet risklerine dayanıklı ve iklim değişikliğine uyum gibi hususları da içeren yeni bir altyapı inşa yaklaşımının uygulanması önem arz etmektedir.

Kaynaklar

  1. Water-Energy Nexus: An Assessment of Climate Change Related Risks on Selected Thermal Power Plants – 23. Dünya Enerji Kongresi Bildirisi, Eylül 2016, Sav M., Erik Z., Erdem E., Demirkol M.K.
  2. 2023 Yılı Hatay ve Kahramanmaraş Depremleri Raporu, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı.

Not: Bu makale 2023 yılı Aralık ayında Tenva web sitesinde yayımlanmıştır.





25 Eylül 2023 Pazartesi

ENERJİNİN GÜCÜ


Giriş

Bugüne kadar ülkelerin gelişmişlik düzeylerini ölçen birçok kriter kullanılmıştır. En yaygın ve en önemli kriter kendi kendine yete-bilme özelliğidir. Farklı bir ifadeyle, ülkelerin sorun çözebilme yetenekleri, gelişmişlik düzeylerinin göstergesidir, diyebiliriz. Gelişmekte olan bir ülkenin bu güne kadar gelişememesindeki en önemli nedenlerden biri de enerji kaynaklarının kıtlığı veya daha vahimi sahip olduğu enerji kaynaklarından yeterli enerjiyi elde edememesi olduğu söylenebilir. 

Enerjisiz kalkınma olamayacağından, kalkınmanın sürdürülebilir olması için sürekli ve ekonomik enerji kaynaklarına ihtiyaç vardır. Günümüz dünyasında enerjiyi üretebilme yeteneği olmayan ülkeler genellikle ithal etme yoluna gitmekte, bu da doğal olarak bütçelerine yük getirmektedir. Aynı zamanda bu yöntem uzun vadeli bir çözüm olmadığı gibi hazırı tüketmek olarak da nitelenebilir.

Enerji Kavgaları

Enerji artık ülkelerin ekonomik büyümesi ve rekabet gücünün önemli girdilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Taş kömürünün 1700’lü, petrolün 1800’lü yıllarda çıkarılıp, makineli üretim araçlarında kullanılmasıyla başlayan enerji kavgaları ve 1990’lı yıllarda başlayıp 2000’li yıllarda artarak süren enerjiye bağımlılık tartışmaları; ülkelerin iktisadi ve siyasi ilişkilerinin önemli bir unsuru olmuş durumdadır.

Enerji eksenli tartışmalar her daim devam etmekte olup, barışın ve refah düzeyinin kaynağı olması gerekirken; günümüzde savaşların bir kaynağı olma durumunu devam ettirmektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgenin enerji kaynakları ve yine bölgesinde bulunan ülkelerin buna yönelik politikaları; son yüzyılda ortaya çıkan Dünya Savaşlarından sonra bile, bitmez tükenmez savaşların devamına sebep olmaktadır. Hızlı iklim değişikliği, petrol, doğal gaz ve kömür gibi kaynakların paylaşımı ve kontrolü ile enerjiye ulaşım sorunları, bu süreci en çok etkileyen unsurlar olarak görülmektedir.

18. yüzyılda ilk olarak Avrupa ülkelerinde başlayan Sanayi Devrimi ile üretim safhalarında artık makineli araçların kullanılmasına başlanmıştır. Bunun için de petrol, doğal gaz, kömür gibi enerji kaynaklarına sahip olmak ve söz konusu bu kaynakları kullanarak makineleri ve araçları çalıştırmak gerekmiştir. Zengin, güçlü ve sanayileşmiş bir ülke olmanın en önemli şartlarından biri olarak bu kaynaklara sahip olmak ve üretimlerini başka ülkelere bağımlı kalmadan yapmanın yolları aranmıştır. Gelişmemiş ve yoksul olan fakat önemli hammadde kaynakları bulunan ülkeler de her zaman saldırıya ve savaşlara maruz kalmışlardır.

Dünyada üretilebilir petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık % 72’lik bölümü Türkiye’nin de yer aldığı Ortadoğu bölgesinde bulunmaktadır. Bu nedenle dünya genelinde en önemli enerji kaynaklarına sahip olan Ortadoğu ülkelerinde (Ortadoğu diye tabir edilen yer esasında zamanın en güçlü ülkesi olan İngiltere’ye göre doğu ülkeleri olduğundan, bu söylem onlara ait olup, günümüze kadar tüm dünya ülkeleri halen bu şekilde kullanmaktadır) savaşlar ve yıkımlar hiçbir zaman bitmemiştir. Aslında kavgaların dini veya etnik olduğu gösterilse de asıl sebep enerji kaynaklarının paylaşımı olduğu çok açık olarak bilinmektedir.

1908 yılında İngilizler tarafından İran’da ilk petrol kuyusu açılmış, hemen sonrasında dünyanın en büyük petrol şirketlerinden biri kurulmuştur. O dönem İngiliz komutasının başında bulunan Churchill, Alman donanması ile mücadele edebilmek için donanmanın yakıtını kömürden petrole geçirmiştir. Bu önemli bir karardır, çünkü kendi topraklarında petrol yoktur.

            "Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir.” Winston CHURCHILL

Kömürün yerini petrole bırakması dünya tarihinde sancılı bir dönem olarak hatırlanmaktadır. 1. ve 2. Dünya Savaşı’nın nedenlerinden biri de bir nevi enerji savaşı olan kömürden petrole geçiş ve sömürge rekabetidir.

1990 yılı sonrasında Körfez krizleri, Irak’ın işgali ve iç savaşlar sonucu Batı Asya ve Kuzey Afrika, Hazar ekseni ile beraber enerji eksenli gerilimlerin merkezine oturmuştur. Buna, başta Suriye, Irak, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerde siyasal sistemlerin “başarısız devletler” şeklinde tezahür etmesi sonrası hem ilgili ülkelerde ve hem de bölgesel ve yer yer küresel düzeylerde etkinliğini göstermeye çalışan devlet dışı aktörler (ayrılıkçı yapılar, iç savaşların farklı tarafları, terör hareketleri, dini-siyasi temelli hareketler vs.) de eklenince dünyada enerji arz güvenliği riski birçok ülke açısından kendini daha fazla göstermiştir.

Bir ülkenin zengin enerji kaynaklarına sahip olması bazen o ülke için avantaj olamamaktadır. Çünkü herkes artık dünyada yapılan savaşların asıl sebeplerinin başında enerji kaynaklarına sahip olmanın, yönetmenin ve kullanma isteğinin geldiğini bilmektedir. Petrol ve petrol türevlerince zengin olan Ortadoğu’daki ülkelerde o tarihlerden günümüze kadar karışıklıklar ve savaşlar ise hiç bitmemiştir.1. ve 2. Dünya Savaşları, Kore Savaşı, Küba Savaşı, Vietnam Savaşı, Sovyet-Afgan Savaşı, İran-Irak Savaşı ve 1. ve 2. Körfez Savaşlarının altında hep enerji kaynaklarına erişim hırsının yattığı görülmüştür.

Türkiye’nin Eksantrik Durumu

Türkiye sınırları içerisinde yüz yıldan fazladır arama çalışmaları devam eden petrol ve petrol ürünlerinde bugüne kadar önemli miktarda bir kaynağa rastlanılamamıştır. Petrol ve kömür aramalarında Avrupa ve dünya ülkelerine göre geç başlayan Türkiye, günümüze kadar sadece kendi kendine yetebilecek kömür kaynağına kavuşmuştur. Etrafındaki tüm ülkeler zengin enerji kaynaklarına sahip olmasına rağmen Türkiye, kendi sınırları içerisinde tükettiği doğal gazın hemen hemen hepsini, ham petrolü ise yüzde 90’nın üstünde ithal etmek zorunda kalmaktadır.

Başta Ortadoğu olmak üzere, Rusya, Hazar-Kafkasya ve Afrika bölgeleri gibi dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip bölgelerin tam ortasında yer alan bir ülkenin enerji kaynaklarına sahip olamaması çok manidardır. Söz konusu bölgede, enerji kaynaklarından mahrum olmanın altında, 1. Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletleri’nin yaptıkları gizli çalışmalar önemli yer tutmaktadır. O zamanlar İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Türkiye’yi paylaşma emelleri sonucu özellikle İngiltere ve Fransa tarafından bölgede önemli projeler yürütülmüştür. İngiliz Mark Sykes ve Fransız Georges Picot adında iki diplomatın Türkiye’nin güneydoğusu ile Ortadoğu’da yaptıkları çalışmalar sonucu üç İtilaf Devleti ve Türkiye arasında Sykes-Picot Anlaşması adı verilen gizli bir anlaşma yapılmıştır. Bugünkü Ortadoğu haritası, 1916 yılında imzalanan bu Sykes-Picot anlaşması ile çizilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok savaşı kaybetmesinden sonra Fransa ve İngiltere’nin, bölgeyi şekillendirmek istemeleri sonucu bugünkü Türkiye’nin güney sınırları belirlenmiştir. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Kürt aşiretleri ile iç kısımlarda yaşayan Arap aşiretlerinin arasında tüm bölgeyi yıllarca dolaşan adı geçen iki diplomat, bölgenin her tarafını karış karış haritalandırmışlardır. 1900’lü yıllarda yaptıkları çalışmalar sonucunda sınırları sanki cetvelle çizmiş bir şekilde haritalandırarak bu anlaşmanın yapılmasını sağlamışlardır. Ortadoğu’da yer alan Musul, Kerkük, Halep, Beyrut, Kahire, Kıbrıs, Filistin gibi ne kadar stratejik bölge varsa hepsi bu anlaşma ile farklı federasyon adı altında Osmanlı’dan koparılmıştır. Ve petrol kaynaklarınca zengin olan bölgeler Araplar ile Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere bırakılmıştır. Ortadoğu’da bugün de devam eden savaşların ve karışıklıkların sebebi olarak halen bu anlaşma gösterilmektedir.

Dünya petrol rezervlerinin çok büyük bir kısmının yer aldığı coğrafyada bulunan Türkiye günümüzde ne gariptir ki bu avantajlı coğrafyada petrol ürünleri konusunda kendi kendine yetebilen bir ülke değildir. Türkiye’nin ithalat faturasının büyük bir bölümünü petrol ve petrol türevleri oluşturmaktadır. Enerjide 1970’li yıllarda yüzde 50 civarında dışa bağımlıyken, bu oran; 1980’li yıllarda yüzde 60-65, 1990’lı yıllarda yüzde 65-70, 2000’li yıllarda ise yüzde 70-75 civarına yükselmiştir. Yatırım ortamının iyileşmesi ile ekonominin ve yaşam kalitesinin artması sonucu, dışa bağımlılık oranının da giderek arttığı gözlemlenmektedir.

OECD ülkeleri içinde yer alan Türkiye’nin, kendi enerji arz güvenliğini sağlamak ve ithalatta en büyük paya sahip olan enerji ihtiyaçlarını bir nebze karşılayabilmek için başta hidrolik kaynaklar olmak üzere tüm yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları ile diğer birçok enerji kaynaklarına özellikle ihtiyaç duyulmaktadır. Kaynakların yeterli ve doğru şekilde kullanılmasıyla, gayri safi milli hâsılaya her yıl milyarlarca dolar katkıda bulunmak ve ülke kalkınmasına yardımcı olmak gerekmektedir.

Sonuç

Uluslararası Enerji Ajansı ve diğer Uluslararası Kurum ve Kuruluşların raporlarındaki gözlemlere göre; her ne kadar yenilenebilir enerji alanındaki gelişmelerin artacağı beklense de petrol ve doğal gazın; orta ve uzun vadede uluslararası ilişkiler ve uluslararası siyasi denklemler arenasında belirleyici rolü devam edecektir. Bu anlamda, Türkiye’nin yakın coğrafyalarındaki siyasi gerilimlerin de orta ve uzun vadede devam edeceği öngörülebilmektedir. Türkiye açısından burada önem arz eden husus; ülkenin bir enerji koridoru veya hub olma yönündeki stratejik konumudur.

Türkiye, enerji zengini Hazar, Orta Asya, Orta Doğu ülkeleri ile Avrupa’daki tüketici pazarları arasında bir “Enerji Koridoru” konumundadır. Bunun yanında, Türkiye’nin jeostratejik konumundan dolayı enerji koridoru olma potansiyelinden henüz yeteri kadar yararlanılamaması, enerjide dışa bağımlılığını da artırmıştır. Mevcut enerji üretimi, kullanımı ve enerjiye ulaşım yöntemleri değiştirilmediği sürece enerji arz sorunu, tüm dünya ülkeleri gibi Türkiye için de büyük bir sorun olacaktır.

Enerji oyunları anlamında bakıldığında, enerji zengini ülkelerin önemli bir bölümünde karışıklıkların olması veya karışıklık potansiyelinin yüksek olması, bu ülkelerdeki enerji kaynaklarının nasıl ve hangi güzergâhtan geçirilmesi ve talep tarafındaki ülkelere eriştirilmesi tartışmasını beraberinde getirmektedir. Yakın coğrafyadaki tüm ülkeler gibi Avrupa Birliği ülkeleri de Türkiye’nin enerji koridoru özelliğini kabul ederek, bunu kendi avantajları için kullanmak istemektedirler. AB’nin önceliği; kendi arz güvenliğinin temini için Türkiye üzerinden Hazar ve Ortadoğu enerji kaynaklarına erişimi sağlamak, bir başka değişle Türkiye köprüsü üzerinden bu kaynakları AB’ye ulaştırmaktır. Bu politikalar doğrultusunda Türkiye’nin transit koridor rolü, kendi arz güvenliğinin temini için de avantajlar sağlamıştır.

Kaynaklar

  1. https://www.toplumsalbilgi.com/index.php/enerji-savaslari/Enerji ve Çevre İlişkisi, Sav M.,

2. www.mucahitsav.blogspot.com

3. EU Energy in Figures, Statistical Pocketbook 2021, Lüksemburg, Eylül 2021, Avrupa Komisyonu,

4. 2020 Yılı Ulusal Enerji Denge Tablosu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,

5. http://www.enerji.gov.tr/eigm-raporlari


Not: Bu yazı 2023 yılı Eylül ayında Tenva web sitesi için hazırlanmıştır.



21 Temmuz 2023 Cuma

“ELEKTRİK SAVAŞLARI”

 WAR OF CURRENTS

Elektrik Enerjisi konusunda; Thomas Edison, George Westinghouse ve Nikola Tesla’nın çok önemli çalışmaları olmuştur. Edison’un 1800’lü yıllarda sokak aydınlatmaları için doğru akımı (DC) kullanması, Tesla’nın yine o yıllarda uzun mesafelere düşük maliyetlerle elektriği iletmek için alternatif akımı (AC) kullanması, elektrik enerjisi için bir çığır açmıştır.                               

2019 yılında vizyona giren ve orijinal adı War of Currents (Akım Savaşları) olan film; Thomas Edison ve Nikola Tesla ile Westinghouse arasındaki doğru akım, alternatif akım savaşını anlatmıştır. Edison doğru akım üzerinde sonuna kadar ısrar etmiş olup, Tesla’nın alternatif akımına kaybetmiştir. Günün sonunda Edison’un kazandığı en önemli şey ise halen çoğu insanın bilmediği sinemanın keşfinin onun tarafından yapılması olmuştur. 

Akımlar Savaşı’nın sonucunda bugün kullandığımız şebeke sistemi belirlenmiştir. Halen dünyadaki şebekelerde genel olarak AC sistemler kullanılmaktadır. Tesla’nın Westinghouse ile birlikte çalıştığı uzun mesafelere gerilimin yükseltilerek taşınması için kullanılan alternatif akım sistemi sayesinde, Niagara Şelalesin’nin hidrolik gücü keşfedilerek, buradan üretilen elektrik Amerika kıtasına sonra da tüm dünyaya ulaştırılmıştır.                     

       

Elektriğin Önemi 

2021 yılının ilk aylarında ABD’de yaşanan soğuk hava koşulları ve afet birçok eyalette çok geniş çaplı elektrik kesintilerine sebep olmuştur. Forbes sitesinde yer alan habere göre; elektrik kesintisi ve doğa olayları sebebiyle ABD’nin iç üretiminin yüzde 40’ı yani günlük 4 milyon varil ham petrol üretimi durdurulmuştur. Ayrıca günlük 6 milyon varil rafineri kapasitesi durdurulmuştur. ABD’nin toplam doğal gaz üretiminin yüzde 20’sine tekabül eden, günlük yaklaşık 600 bin m³ doğal gaz üretimi de durdurulmuştur. Elektrik kesintisi nedeniyle binlerce gaz istasyonu ise faaliyetine ara vermiştir. Yine Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2000’li yıllarda yaptığı bir çalışma, Türkiye’de meydana gelen elektrik kesintilerinin ekonomiye verdiği zararları çok net bir şekilde göz önüne sermiştir. Bu çalışmaya göre; o yıllarda meydana gelen bir saatlik elektrik kesintisi, borsalarda 6.480 milyon dolar, kredi kartı uygulamalarında 2.580 milyon dolar ve yarı iletken endüstrisinde (tüm otomasyon sistemleri) ise 24.000 milyon dolar kayba neden olmaktadır.

Tüm bunlar da gösteriyor ki petrolden ve doğal gazdan daha önemli olan elektriğin, dünyanın en büyük enerji kaynağı olduğudur. Küresel ısınmanın had safhada olduğu ve iklim değişikliklerinin yaşandığı günümüzde elektrik kesintilerinin sık sık gerçekleşeceği beklenmektedir. Artık günümüzde gelişmiş ülkeler; enerji arz güvenliği için petrol ve petrol ürünlerine yönelmek yerine özellikle elektrik arz güvenliğini sağlamının yollarını araması gerekmektedir.     

Halen dünya nüfusunun yüzde 10’undan fazlası elektriğe kavuşmuş değildir. Bu insanların yüzde 85’i Afrika ve Güney Asya’nın kırsal bölgelerinde yaşamakta olup, elektrik enerjisine erişimlerinin sağlanması son derece önemlidir. Dünya nüfusunun yaklaşık % 32’si olan 2,5 milyar insan ise yemek pişirmek için geleneksel yöntemlerle biyokütle ve kömür enerjisinden yararlanmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın mevcut politikaları içeren 2021 yılı projeksiyonu bu durumun uzun dönemde de devam edeceğini ve 2030 yılında 670 milyon insanın (2030’daki olası dünya nüfusunun % 7,9’u) elektriksiz yaşamaya, 2,1 milyar insanın da temiz pişirme tekniklerine sahip olmadan hayatlarını idame ettireceklerini göstermektedir. 

2021 yılında elektriğin, dünya nihai enerji tüketimi içindeki payı % 20,4 olmuştur. Dünyanın en çok elektrik üreten ve tüketen ilk 10 ülkesi, dünya toplam elektrik üretim ve tüketiminin yaklaşık yüzde 50’sini karşılamaktadır. Bu ilk 10 ülke de elektrik üretimlerinde daha çok nükleer enerji ve doğal gaz kaynaklarından faydalanmaktadır. 

Ülkelere göre dünyada en fazla elektrik üretim miktarları, kurulu güç kapasitesi ve elektrik fiyatları Tablo 1’de verilmiştir. 

Tablo 1. Elektrik Fiyatları (Mesken), Kurulu Güç Kapasitesi, Kişi Başı Tüketim, 2021 Yılı (Kaynak: IEA, TEİAŞ) 

 

Ülke

Elektrik Üretimi (GWh)

Kurulu Güç

(MW)

Elektrik Fiyatı (MWh/Dolar)

1

Çin

8.416.934

2.355.550

75

2

ABD

4.330.871

1.176.729

137

3

Hindistan

1.649.272

469.464

69.66

4

Rusya

1.180.000

282.611

79

5

Japonya

1.004.459

334.618

241

6

Brezilya

639.585

204.999

171

7

Kanada

638.447

153.617

125

8

Güney Kore

600.164

142.962

109

9

Almanya

552.481

250.385

380

10

Fransa

452.168

142.216

229

11

Meksika

334.508

94.422

99

12

Türkiye

326.015

100.630

97

13

Birleşik Krallık

318.381

108.743

279

14

İtalya

278.126

120.884

-

Elektrik enerjisi tüketimi; sanayileşme, ekonomik ve sosyal gelişmenin en önemli göstergelerinden biridir. Şu an dünyada en hızlı gelişme gösteren enerji formu, elektriktir. Özellikle sanayileşmiş ülkelerde toplumların gelişmeleri ve hayat standartları elektrik sistemlerinin gelişmesiyle, kişi başına elektrik tüketimleriyle ve enerji yoğunluklarıyla ölçülmektedir. 

Ancak dünyada son yıllarda tasarruf edilen enerji birimi olarak “Negawatt” kavramı piyasalarda yer almaya başlamıştır. Elektrik kurulu gücün birimi olan megawattın artırılması yerine geliştirilen negawatt terimi, enerji politikalarının belirlenmesinde giderek daha çok fazla kullanıldığı görülmektedir. Negawatt üretmenin en ucuz ve kolay yollarından biri enerji verimli cihazları kullanmaktan geçmektedir. Örneğin 100 watt’lık bir lambayı, 15 watt gücünde yüksek verimli lambalarla değiştirdiğimizde, 85 watt’lık kazanılan fark negawatt olmaktadır.

Teknolojilerin gelişmesiyle birlikte enerjideki arz ve talebi dengelemek adına Kamu ve özel şirketler negawatt üretmeye yönelik adımlarını hızlandırmıştır. Mesela İngiltere’de pik saatlerde büyük çapta tüketicilerin elektrik enerjisi kullanımını azaltması durumunda, Devlet bu şirketlere çeşitli teşvikler sağlamaktadır. Yine ABD’de üretilen negawatt’ların alınıp satıldığı borsalar ortaya çıkmıştır. Bu tür sistemlerin yaygınlaşmasıyla tüketiciler elektrik enerjisi giderlerini azaltırken, üreticiler de daha az üretim yaparak karbon salımlarının azalmasına neden olabilmektedir.                   

Elektrik Enerjisine Dönüştürülen Önemli Enerji Kaynakları

Elektrik enerjisi ikincil bir enerji kaynağı olarak kabul edilmekte olup, aynı zamanda enerji taşıyıcısı olarak da tanımlanmaktadır. Elektrik genel itibariyle petrol, doğal gaz, kömür, nükleer enerji, hidrolik, güneş ve rüzgâr gibi birincil enerji kaynaklarının dönüşümünden elde edilmektedir. BP’nin en son yayınladığı 2020 ve 2022 yılları Enerji Görünümü Raporuna göre; nihai enerji tüketiminde elektriğin önemi önümüzdeki 30 yıl içinde önemli ölçüde artacağı belirtilmiştir. 2020 yılında elektrik üretiminde sırasıyla kömür ve doğal gaz ilk iki sırada yer alırken, bu sıralamanın 2030 yılından itibaren değişeceği ve 2050’ye gelindiğinde ise güneş ve rüzgârın ilk iki sırayı elde edeceği beklenmektedir. 

Doğal gaz, petrol ve ithal edilen kömür gibi enerji kaynakları ülkeler için hem elektrik enerjisi maliyetlerini hem de cari açık oranlarını etkilemektedir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de elektrik enerjisi maliyetlerini en aza indirmek için yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimine ağırlık verilmiş olup, özellikle ithal edilen petrol ve doğal gaz gibi petrol türevlerinden elektrik üretiminin azaltılması amaçlanmıştır. 

Günümüzde kömür ve petrol gibi yakıtlardan elektrik üretimi yapılmasının yanı sıra daha çok yine bir petrol türevi olan fosil kaynaklı doğal gaz ve çağımız enerji kaynağı olan nükleer enerjiden elektrik üretimi yapılmaktadır. Ayrıca ülkeler ve dünyaca ünlü enerji şirketlerince başta denizlerde olmak üzere birçok bölgede petrol ve doğal gaz aramalarına ağırlık verilerek, enerji alanında başka ülkelere bağımlı kalınmaması ve elektrik üretiminde yüksek maliyetlerin önüne geçilmesi için yoğun çaba sarf edilmektedir.

Nükleer enerji; bugün dünyada elektrik üretiminde tercih edilen enerji kaynaklarının yüzde 15-20’sini oluşturan, dünya nüfusunun üçte ikisinin yaşadığı alanlarda kullanılan ve dünya ekonomisinin aslan payına sahip ülkelerin tercihi olan, çevreyle barışık ileri teknoloji ürünü bir enerji kaynağıdır. Avrupa Birliği genelinde, nükleer santrallerin geliştirilmesine önemli miktarda kaynak ayrılmakta ve 2030 yılına kadar çoğunluğu mevcut kapasitenin yenilenmesi olmak üzere, nükleer kapasitenin arttırılması planlanmaktadır. Ülkeler bazında bakılırsa elektrik talebinin Fransa yaklaşık yüzde 72’sini, Çernobil kazasını yaşayan Ukrayna yüzde 55’ini, Belçika yüzde 50’sini, İsveç yüzde 40’ını, Güney Kore yüzde 27’sini, Avrupa Birliği yüzde 30 ve ABD yüzde 20’sini nükleer enerjiden karşılamaktadır. Ayrıca, dünyanın dört bir tarafında devam eden nükleer enerji santral inşaatlarının, nükleer enerjiye talebin gelecekte de artarak devam edeceğinin açık göstergesi olduğu görülmektedir. 

Türkiye’nin Durumu 

TEİAŞ tarafından açıklanan verilere göre; Türkiye için 2017 yılı kişi başı net elektrik tüketimi 2.844 kWh iken, ABD 11.681 kWh, Norveç 21.591 kWh, OECD ülkeleri ortalaması ise 7.329 kWh olmuştur. Türkiye’nin 2020 yılı kişi başı elektrik tüketimi net 3.084 kWh iken, aynı yıl için OECD ülkeleri ortalaması 6.944 kWh olmuştur. Yıllık artış oranlarına bakılırsa; OECD ve Avrupa ülkelerinin kişi başı elektrik tüketimine, Türkiye’nin 2040 yıllarında ulaşması öngörülmektedir.               

Türkiye Elektrik Piyasası özelinde fiyatları belirleyen santraller genellikle, yurtdışından ithal edilen doğalgaz ile üretim yapan santraller veya puant saatlerde üretim yapan barajlı hidroelektrik santraller olmaktadır. Elektrik üretiminde yoğun olarak kullanılan doğal gazın % 98-99’u ithal edilmektedir. Bu nedenle elektrik arzında yerli ve yenilenebilir kaynaklara ağırlık verilerek, kömür ve petrolün yanı sıra, doğal gazın da payı düşürülmeye çalışılmaktadır. Hidroliğin başını çektiği, güneş, rüzgâr, jeotermal gibi önemli enerji kaynaklarının avantajları göz önüne alınarak, çağımız enerji kaynağı olan yenilenebilir enerji kaynakları alanında önemli ilerlemeler sağlanmıştır. 

Dünyanın en çok elektrik tüketen ülkelerinin hemen hemen hepsi elektrik üretiminin önemli bir bölümünü nükleer enerjiden sağlamaktadır. Türkiye de bu ülkeler arasına girebilmek için uzunca zamandır çalışmalar yapmaktadır. Bu kapsamda, 2010 yılında elektrik üretimi amacıyla kurulması tasarlanan nükleer santrallerle ilgili olarak Rusya ile Akkuyu’da ‘Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletilmesine Dair İşbirliğine İlişkin’ Hükümetlerarası bir anlaşma imzalanmıştır. 4  üniten oluşacak santralin ilk ünitesi 2024 yılında, diğer ünitelerinin de birer yıl arayla 2027 yılı sonuna kadar işletmeye alınması planlanmaktadır. Söz konusu santraller; enerjide arz güvenliğinin sağlanabilmesine ve kaynak çeşitliliğine katkı sunarak, elektrik enerjisi arzında riski minimize etmede elzem baz yük santralleridir. 

Türkiye’de elektrik üretiminde doğal gazın yaygın olarak kullanılması, üretim maliyetlerine artırıcı yönde etki etmektedir. Doğal gaz ve petrolün yurtdışından ithal edilmesi ise aynı zamanda cari oranları aşırı yükseltmektedir. Bunun bir nebze önüne geçmek için birçok ülke gibi Türkiye tarafından da Karadeniz ve Akdeniz’de derin deniz petrol ve doğal gaz arama ve üretim faaliyetleri sürdürülmektedir. Özellikle Akdeniz’de birçok kıyı ülkesinin arama çalışmaları bulunmaktadır. En son Türkiye ile Libya arasında 2019 yılında “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakatı” imzalamış olup, güneybatı deniz sahasında kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırı belirlenmiştir.  Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Mısır, Lübnan ve Suriye gibi sorun yaşanılan tüm bu ülkelerin arasından sıyrılarak, enerji denklemi açısından Doğu Akdeniz’de böyle bir adımın atılması Türkiye açısından son yılların önemli başarılarından olmuştur. Karadeniz’de ise şimdiye kadar toplam 710 milyar metreküp gaz keşfi yapılmış olup, petrol ve gaz arama çalışmaları devam etmektedir. 

Sonuç 

Enerji kaynakları tüm ülkelere eşit olarak dağılmış durumda değildir. Dünyada bazı ülkeler zengin rezervlere sahip olup üretici konumundayken, diğerleri bu enerji kaynaklarını elde etmeye çalışan tüketici konumundadırlar. Nüfus artarken ve ülkeler daha fazla enerji kullanarak gelişirken, enerji kullanımından kaynaklanan bir çok sorun dünya gündemini meşgul etmektedir. 

Ancak enerji ve enerji kaynakları gelişmişliğin göstergesi olmasına rağmen bulunduğu çoğu coğrafyaya da hep dert, eziyet, sıkıntı getirmiştir. Düşünüldüğünde, dünyada yaşanan bunca acıların ve sorunların büyük bir çoğunluğunun altında yatan şeylerin başında; enerji ham maddelerine sahip olmayı isteme, enerji güvenliğini tesis etme arzusu ve elektriği en az maliyetlerle üretmenin yattığı görülmektedir. 

Günümüzde ülkelerin gelişmişlik seviyeleri artık tükettikleri enerji özellikle de elektrik enerjisi ile ifade edilmektedir. OECD ülkeleri içerisinde yer alan Türkiye’nin de ekonomik gelişmişlik seviyesini yakalayarak bu pazarda yerini alması pek tabii ki çok önemlidir. Türkiye enerji ve doğal kaynaklar bakımından zengin ve verimli bir yer olmasa da bu alanda güçlü olan yanları vardır. Bunlar; temiz ve yenilenebilir enerji potansiyelinin varlığı, enerji kaynaklarının çeşitliliği ve enerji piyasasının liberalleşmesi gibi özellikleridir. 

Türkiye’de 2001 yılında yürürlüğe giren Elektrik Piyasası Kanunu ile birlikte enerji sektöründe yapılacak yatırımların Kamu Kuruluşları yerine özel sermaye şirketlerince yapılması uygun görülmüştür. Artık Elektrik Üretim A.Ş. gibi Kamu Kuruluşlarının yeni üretim tesisi kurma ve kiralama görevi bulunmamaktadır. Uzun yıllar yatırım yapamayacak olan EÜAŞ’ın, devamlı yatırım yapabilecek olan serbest enerji şirketleri karşısında elektrik üretim payı oldukça azalmış olacaktır. Üretim bakımından enerji sektöründe şu an Türkiye’nin en büyük Kuruluşu olmasının yanı sıra en güçlü sanayi kuruluşlarından da biri olan EÜAŞ artık, sadece Türkiye sınırları içerisinde değil, tüm dünyada elektrik üretim ve tesislerin işletilmesi işleri ile ilgilenebilmelidir. Ayrıca, TEDAŞ’ın veya TEİAŞ’ın da başka ülkelerde elektrik dağıtım ve piyasa faaliyetleri işlerine girmesi veya TEMSAN A.Ş. gibi bir şirketin de tüm dünyaya türbin elektro-mekanik teçhizatlarını ihraç ederek, dünya enerji pazarlarına girebilmeleri; hem ülke ekonomisi için hem de kalifiye personel yetiştirilmesi açısından faydalı olacaktır.        

EdF, E-On, RWE, Engie, Enel, EnBW, CEZ, Verbund ve Statkraft gibi uluslararası ölçekte faaliyet gösteren dünyaca ünlü enerji şirketleri; sadece Türkiye’de değil, bazıları Amerika, Afrika, Asya veya Avustralya kıtalarında ve Rusya’da elektrik üretimi ve ticareti yapan Avrupalı şirketlerdir. Ülkemizin enerji şirketleri de artık adı geçen şirketler ile Dünya Elektrik Piyasasında kıyasıya rekabet edebilmelidirler.

 

Kaynaklar

 

1.             Yerli ve Milli Enerji, Sav M., 2023, www.tenva.org

 

2.             EÜAŞ Sektör Raporu, 2021,

 

3.            Alternatif Bir Enerji Kaynağı Olarak Enerji Verimliliği, Sav M., EPDK Uzman                                        Gözüyle Enerji Dergisi, 2021,

 

4.             Forbes, For Energy Security, Power Is The New Oil,

     https://www.forbes.com/sites/thebakersinstitute/

 

5.              BP Energy Outlook, 2020-2022,

 

6.              Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), 2010-2020 Yılları World Energy Outlook,

 

7.              Nükleer Santraller ve Ülkemizde Kurulacak Nükleer Santrale İlişkin Bilgiler¸                                          ETKB Yayını,

 

8.               2022 Yılı Türkiye’nin Enerji Görünümü, Türkyılmaz O., Aytaç O., MMO, 

9.               https://tr.globalpetrolprices.com/ 

10.              https://www.iea.org/data-and-statistics?type=statistics#data-tool-types

11.              www.teias.gov.tr


NOT: Bu yazı 2023 yılı Temmuz ayında Tenva web sitesinde yayımlanmıştır.



ENERJİ DEPOLAMA SİSTEMLERİNİN ÇEVRESEL VE EKONOMİK ETKİLERİ

Giriş   21. yüzyılın başından itibaren artan enerji talebi, fosil yakıt rezervlerinin sınırlılığı ve iklim değişikliğinin yol açtığı küres...