25 Eylül 2023 Pazartesi

ENERJİNİN GÜCÜ


Giriş

Bugüne kadar ülkelerin gelişmişlik düzeylerini ölçen birçok kriter kullanılmıştır. En yaygın ve en önemli kriter kendi kendine yete-bilme özelliğidir. Farklı bir ifadeyle, ülkelerin sorun çözebilme yetenekleri, gelişmişlik düzeylerinin göstergesidir, diyebiliriz. Gelişmekte olan bir ülkenin bu güne kadar gelişememesindeki en önemli nedenlerden biri de enerji kaynaklarının kıtlığı veya daha vahimi sahip olduğu enerji kaynaklarından yeterli enerjiyi elde edememesi olduğu söylenebilir. 

Enerjisiz kalkınma olamayacağından, kalkınmanın sürdürülebilir olması için sürekli ve ekonomik enerji kaynaklarına ihtiyaç vardır. Günümüz dünyasında enerjiyi üretebilme yeteneği olmayan ülkeler genellikle ithal etme yoluna gitmekte, bu da doğal olarak bütçelerine yük getirmektedir. Aynı zamanda bu yöntem uzun vadeli bir çözüm olmadığı gibi hazırı tüketmek olarak da nitelenebilir.

Enerji Kavgaları

Enerji artık ülkelerin ekonomik büyümesi ve rekabet gücünün önemli girdilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Taş kömürünün 1700’lü, petrolün 1800’lü yıllarda çıkarılıp, makineli üretim araçlarında kullanılmasıyla başlayan enerji kavgaları ve 1990’lı yıllarda başlayıp 2000’li yıllarda artarak süren enerjiye bağımlılık tartışmaları; ülkelerin iktisadi ve siyasi ilişkilerinin önemli bir unsuru olmuş durumdadır.

Enerji eksenli tartışmalar her daim devam etmekte olup, barışın ve refah düzeyinin kaynağı olması gerekirken; günümüzde savaşların bir kaynağı olma durumunu devam ettirmektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgenin enerji kaynakları ve yine bölgesinde bulunan ülkelerin buna yönelik politikaları; son yüzyılda ortaya çıkan Dünya Savaşlarından sonra bile, bitmez tükenmez savaşların devamına sebep olmaktadır. Hızlı iklim değişikliği, petrol, doğal gaz ve kömür gibi kaynakların paylaşımı ve kontrolü ile enerjiye ulaşım sorunları, bu süreci en çok etkileyen unsurlar olarak görülmektedir.

18. yüzyılda ilk olarak Avrupa ülkelerinde başlayan Sanayi Devrimi ile üretim safhalarında artık makineli araçların kullanılmasına başlanmıştır. Bunun için de petrol, doğal gaz, kömür gibi enerji kaynaklarına sahip olmak ve söz konusu bu kaynakları kullanarak makineleri ve araçları çalıştırmak gerekmiştir. Zengin, güçlü ve sanayileşmiş bir ülke olmanın en önemli şartlarından biri olarak bu kaynaklara sahip olmak ve üretimlerini başka ülkelere bağımlı kalmadan yapmanın yolları aranmıştır. Gelişmemiş ve yoksul olan fakat önemli hammadde kaynakları bulunan ülkeler de her zaman saldırıya ve savaşlara maruz kalmışlardır.

Dünyada üretilebilir petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık % 72’lik bölümü Türkiye’nin de yer aldığı Ortadoğu bölgesinde bulunmaktadır. Bu nedenle dünya genelinde en önemli enerji kaynaklarına sahip olan Ortadoğu ülkelerinde (Ortadoğu diye tabir edilen yer esasında zamanın en güçlü ülkesi olan İngiltere’ye göre doğu ülkeleri olduğundan, bu söylem onlara ait olup, günümüze kadar tüm dünya ülkeleri halen bu şekilde kullanmaktadır) savaşlar ve yıkımlar hiçbir zaman bitmemiştir. Aslında kavgaların dini veya etnik olduğu gösterilse de asıl sebep enerji kaynaklarının paylaşımı olduğu çok açık olarak bilinmektedir.

1908 yılında İngilizler tarafından İran’da ilk petrol kuyusu açılmış, hemen sonrasında dünyanın en büyük petrol şirketlerinden biri kurulmuştur. O dönem İngiliz komutasının başında bulunan Churchill, Alman donanması ile mücadele edebilmek için donanmanın yakıtını kömürden petrole geçirmiştir. Bu önemli bir karardır, çünkü kendi topraklarında petrol yoktur.

            "Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir.” Winston CHURCHILL

Kömürün yerini petrole bırakması dünya tarihinde sancılı bir dönem olarak hatırlanmaktadır. 1. ve 2. Dünya Savaşı’nın nedenlerinden biri de bir nevi enerji savaşı olan kömürden petrole geçiş ve sömürge rekabetidir.

1990 yılı sonrasında Körfez krizleri, Irak’ın işgali ve iç savaşlar sonucu Batı Asya ve Kuzey Afrika, Hazar ekseni ile beraber enerji eksenli gerilimlerin merkezine oturmuştur. Buna, başta Suriye, Irak, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerde siyasal sistemlerin “başarısız devletler” şeklinde tezahür etmesi sonrası hem ilgili ülkelerde ve hem de bölgesel ve yer yer küresel düzeylerde etkinliğini göstermeye çalışan devlet dışı aktörler (ayrılıkçı yapılar, iç savaşların farklı tarafları, terör hareketleri, dini-siyasi temelli hareketler vs.) de eklenince dünyada enerji arz güvenliği riski birçok ülke açısından kendini daha fazla göstermiştir.

Bir ülkenin zengin enerji kaynaklarına sahip olması bazen o ülke için avantaj olamamaktadır. Çünkü herkes artık dünyada yapılan savaşların asıl sebeplerinin başında enerji kaynaklarına sahip olmanın, yönetmenin ve kullanma isteğinin geldiğini bilmektedir. Petrol ve petrol türevlerince zengin olan Ortadoğu’daki ülkelerde o tarihlerden günümüze kadar karışıklıklar ve savaşlar ise hiç bitmemiştir.1. ve 2. Dünya Savaşları, Kore Savaşı, Küba Savaşı, Vietnam Savaşı, Sovyet-Afgan Savaşı, İran-Irak Savaşı ve 1. ve 2. Körfez Savaşlarının altında hep enerji kaynaklarına erişim hırsının yattığı görülmüştür.

Türkiye’nin Eksantrik Durumu

Türkiye sınırları içerisinde yüz yıldan fazladır arama çalışmaları devam eden petrol ve petrol ürünlerinde bugüne kadar önemli miktarda bir kaynağa rastlanılamamıştır. Petrol ve kömür aramalarında Avrupa ve dünya ülkelerine göre geç başlayan Türkiye, günümüze kadar sadece kendi kendine yetebilecek kömür kaynağına kavuşmuştur. Etrafındaki tüm ülkeler zengin enerji kaynaklarına sahip olmasına rağmen Türkiye, kendi sınırları içerisinde tükettiği doğal gazın hemen hemen hepsini, ham petrolü ise yüzde 90’nın üstünde ithal etmek zorunda kalmaktadır.

Başta Ortadoğu olmak üzere, Rusya, Hazar-Kafkasya ve Afrika bölgeleri gibi dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip bölgelerin tam ortasında yer alan bir ülkenin enerji kaynaklarına sahip olamaması çok manidardır. Söz konusu bölgede, enerji kaynaklarından mahrum olmanın altında, 1. Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletleri’nin yaptıkları gizli çalışmalar önemli yer tutmaktadır. O zamanlar İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Türkiye’yi paylaşma emelleri sonucu özellikle İngiltere ve Fransa tarafından bölgede önemli projeler yürütülmüştür. İngiliz Mark Sykes ve Fransız Georges Picot adında iki diplomatın Türkiye’nin güneydoğusu ile Ortadoğu’da yaptıkları çalışmalar sonucu üç İtilaf Devleti ve Türkiye arasında Sykes-Picot Anlaşması adı verilen gizli bir anlaşma yapılmıştır. Bugünkü Ortadoğu haritası, 1916 yılında imzalanan bu Sykes-Picot anlaşması ile çizilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok savaşı kaybetmesinden sonra Fransa ve İngiltere’nin, bölgeyi şekillendirmek istemeleri sonucu bugünkü Türkiye’nin güney sınırları belirlenmiştir. Irak ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan Kürt aşiretleri ile iç kısımlarda yaşayan Arap aşiretlerinin arasında tüm bölgeyi yıllarca dolaşan adı geçen iki diplomat, bölgenin her tarafını karış karış haritalandırmışlardır. 1900’lü yıllarda yaptıkları çalışmalar sonucunda sınırları sanki cetvelle çizmiş bir şekilde haritalandırarak bu anlaşmanın yapılmasını sağlamışlardır. Ortadoğu’da yer alan Musul, Kerkük, Halep, Beyrut, Kahire, Kıbrıs, Filistin gibi ne kadar stratejik bölge varsa hepsi bu anlaşma ile farklı federasyon adı altında Osmanlı’dan koparılmıştır. Ve petrol kaynaklarınca zengin olan bölgeler Araplar ile Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelere bırakılmıştır. Ortadoğu’da bugün de devam eden savaşların ve karışıklıkların sebebi olarak halen bu anlaşma gösterilmektedir.

Dünya petrol rezervlerinin çok büyük bir kısmının yer aldığı coğrafyada bulunan Türkiye günümüzde ne gariptir ki bu avantajlı coğrafyada petrol ürünleri konusunda kendi kendine yetebilen bir ülke değildir. Türkiye’nin ithalat faturasının büyük bir bölümünü petrol ve petrol türevleri oluşturmaktadır. Enerjide 1970’li yıllarda yüzde 50 civarında dışa bağımlıyken, bu oran; 1980’li yıllarda yüzde 60-65, 1990’lı yıllarda yüzde 65-70, 2000’li yıllarda ise yüzde 70-75 civarına yükselmiştir. Yatırım ortamının iyileşmesi ile ekonominin ve yaşam kalitesinin artması sonucu, dışa bağımlılık oranının da giderek arttığı gözlemlenmektedir.

OECD ülkeleri içinde yer alan Türkiye’nin, kendi enerji arz güvenliğini sağlamak ve ithalatta en büyük paya sahip olan enerji ihtiyaçlarını bir nebze karşılayabilmek için başta hidrolik kaynaklar olmak üzere tüm yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları ile diğer birçok enerji kaynaklarına özellikle ihtiyaç duyulmaktadır. Kaynakların yeterli ve doğru şekilde kullanılmasıyla, gayri safi milli hâsılaya her yıl milyarlarca dolar katkıda bulunmak ve ülke kalkınmasına yardımcı olmak gerekmektedir.

Sonuç

Uluslararası Enerji Ajansı ve diğer Uluslararası Kurum ve Kuruluşların raporlarındaki gözlemlere göre; her ne kadar yenilenebilir enerji alanındaki gelişmelerin artacağı beklense de petrol ve doğal gazın; orta ve uzun vadede uluslararası ilişkiler ve uluslararası siyasi denklemler arenasında belirleyici rolü devam edecektir. Bu anlamda, Türkiye’nin yakın coğrafyalarındaki siyasi gerilimlerin de orta ve uzun vadede devam edeceği öngörülebilmektedir. Türkiye açısından burada önem arz eden husus; ülkenin bir enerji koridoru veya hub olma yönündeki stratejik konumudur.

Türkiye, enerji zengini Hazar, Orta Asya, Orta Doğu ülkeleri ile Avrupa’daki tüketici pazarları arasında bir “Enerji Koridoru” konumundadır. Bunun yanında, Türkiye’nin jeostratejik konumundan dolayı enerji koridoru olma potansiyelinden henüz yeteri kadar yararlanılamaması, enerjide dışa bağımlılığını da artırmıştır. Mevcut enerji üretimi, kullanımı ve enerjiye ulaşım yöntemleri değiştirilmediği sürece enerji arz sorunu, tüm dünya ülkeleri gibi Türkiye için de büyük bir sorun olacaktır.

Enerji oyunları anlamında bakıldığında, enerji zengini ülkelerin önemli bir bölümünde karışıklıkların olması veya karışıklık potansiyelinin yüksek olması, bu ülkelerdeki enerji kaynaklarının nasıl ve hangi güzergâhtan geçirilmesi ve talep tarafındaki ülkelere eriştirilmesi tartışmasını beraberinde getirmektedir. Yakın coğrafyadaki tüm ülkeler gibi Avrupa Birliği ülkeleri de Türkiye’nin enerji koridoru özelliğini kabul ederek, bunu kendi avantajları için kullanmak istemektedirler. AB’nin önceliği; kendi arz güvenliğinin temini için Türkiye üzerinden Hazar ve Ortadoğu enerji kaynaklarına erişimi sağlamak, bir başka değişle Türkiye köprüsü üzerinden bu kaynakları AB’ye ulaştırmaktır. Bu politikalar doğrultusunda Türkiye’nin transit koridor rolü, kendi arz güvenliğinin temini için de avantajlar sağlamıştır.

Kaynaklar

  1. https://www.toplumsalbilgi.com/index.php/enerji-savaslari/Enerji ve Çevre İlişkisi, Sav M.,

2. www.mucahitsav.blogspot.com

3. EU Energy in Figures, Statistical Pocketbook 2021, Lüksemburg, Eylül 2021, Avrupa Komisyonu,

4. 2020 Yılı Ulusal Enerji Denge Tablosu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,

5. http://www.enerji.gov.tr/eigm-raporlari


Not: Bu yazı 2023 yılı Eylül ayında Tenva web sitesi için hazırlanmıştır.



ENERJİ DEPOLAMA SİSTEMLERİNİN ÇEVRESEL VE EKONOMİK ETKİLERİ

Giriş   21. yüzyılın başından itibaren artan enerji talebi, fosil yakıt rezervlerinin sınırlılığı ve iklim değişikliğinin yol açtığı küres...