4 Temmuz 2024 Perşembe

KIBRIS’IN VE DOĞU AKDENİZ’İN ENERJİ ARENASINDAKİ ÖNEMİ

Dünyada üretilebilir petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık yüzde 72’lik bölümü Türkiye ve Kıbrıs’ın da yer aldığı Ortadoğu diye tabir edilen bölgede bulunmaktadır. Bölgenin enerji kaynaklarına yönelik özellikle bölge dışı ülkelerin politikaları; çatışmalara ve kargaşalara sebep olmaktadır. Bu nedenle dünya üzerinde önemli enerji kaynaklarına sahip olan bölge ülkelerinde savaşlar ve yıkımlar hiçbir zaman bitmemiştir.

Günümüzde, Suriye’de uzun yıllardır devam eden iç savaş, Irak’ın kuzeyindeki siyasi ve etnik gelişmeler, ABD tarafından nükleer çalışmaları yüzünden İran’a uygulanan ambargolar ve en önemlisi de Doğu Akdeniz petrol ve gaz aramaları ekseninde şekillenen yeni ittifaklar; dünyadaki gelişmiş ülkelerin ve bölge ülkelerinin politika, ekonomi ve enerji gündemini yoğun şekilde meşgul etmektedir.


Uluslararası Enerji Ajansı ve diğer Uluslararası Kurum ve Kuruluşların raporlarındaki gözlemlere göre; her ne kadar yenilenebilir enerji alanındaki gelişmelerin artacağı beklense de petrol ve gazın, orta ve uzun vadede uluslararası ilişkiler ve uluslararası siyasi denklemler arenasında belirleyici rolü devam edecektir. Bu da yakın coğrafyadaki siyasi gerilimlerin orta ve uzun vadede devam edeceğini göstermektedir.

Kıbrıs

Kıbrıs adası yıllardan beri Yunanistan ve Türkiye arasında tartışma konusu olmuş, Doğu Akdeniz’de yer alan bir bölgededir. Ada, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) olarak ikiye ayrılmış ve bir tarafın Yunanistan ile işbirliği içerisinde, diğer tarafın da Türkiye ile birlikte hareket etmesi, sorunları adanın dışına taşımıştır.


Türkiye ve ada ülkesi Kıbrıs; başta Ortadoğu olmak üzere, Hazar-Kafkasya ve Afrika bölgeleri gibi dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip bölgelerin tam ortasında yer alan stratejik ülkelerdir. Aynı zamanda hem Asya hem de Avrupa kıtasına geçiş güzergahı üzerinde bulunmaları ve üretici ülkeler ile tüketici ülkeler arasında bir köprü durumunda olmaları stratejik önemlerini daha çok artırmaktadır.

Kıbrıs, küresel denklemde sadece bir ada olarak değil, Akdeniz enerji kaynakları ve ticaret yolları için de önemli bir üs olarak görülmektedir. Petrol ve doğal gaz rezervleri noktasında oldukça güçlü olan Doğu Akdeniz’in, enerji kaynaklarında dışarıya bağımlı olan Türkiye’nin ve Kıbrıs’ın taleplerini karşılaması adına büyük önemi vardır. Bölge Türkiye’nin dolayısıyla Kıbrıs’ın ekonomik çıkarları için de çok önemlidir.

Dünya üzerinde yer alan ada devletlerinin doğal kaynakları özellikle kömür, petrol, doğal gaz gibi enerji kaynakları genellikle sınırlıdır. Bu da ada devletlerinin büyük çoğunluğunu dışa bağımlı yapmaktadır. KKTC’nin de temel enerji kaynağı petrol ve petrol ürünleri olup, birincil enerji kaynakları bakımından tamamen dışa bağımlı bir ülkedir. Kıbrıs’ta petrolde arz güvenliği riski bulunurken, elektrik arz güvenliği de olması gereken düzeyde değildir. Yenilenebilir enerji üretimi ise şu an düşük seviyededir.

Güney Kıbrıs ve Kuzey Kıbrıs elektrik sistemleri birbirlerine bağlı olup, ihtiyaç duyulması halinde elektrik alış-verişi yapılabilmektedir. Bunun yanında Kuzey Kıbrıs ile Türkiye arasında denizaltı kabloları aracılığıyla elektrik sağlanması için çalışmalar yapılmaktadır. Adadaki elektrik kurulu gücün büyük bölümü doğal gaz ve fuel oil ile çalıştırılan santrallerden oluşmaktadır. Ayrıca Türkiye tarafından adaya iki adet toplam 50 MW kapasitesinde mobil santral tesis edilmiş olup, iki adet daha gönderilmesi düşünülmektedir. Kıbrıs, hidrokarbon kaynaklarında tamamen dışa bağımlı bir ülke olmasına karşın, yılda 333 güne yakın güneş gördüğü için yenilenebilir enerji kaynakları potansiyeli bakımından şanslı bir ülkedir. Ada devletlerinin birçoğunun karasal elektrik bağlantısı ve enterkonnekte sistemden mahrum olmalarından dolayı, elektrik fiyatları dünya ortalamasının oldukça üzerindedir. Hâlihazırda yaklaşık 555 MW elektrik kurulu gücü olan KKTC’ye yeni yapılacak denizaltı iletim sistemi sayesinde hem Kıbrıs’ın elektrik arz sorunu giderilecek hem de adadaki yüksek yenilenebilir enerji kaynağı potansiyeli sayesinde üretilecek elektriğin fazlasının Türkiye’ye satılma imkânı doğacaktır. İletim bağlantısı tamamlandığında, AB tarafından kabul edilmesi durumunda Avrupa ülkeleri ile de enterkonnekte sisteme dahil olunabilecektir.

Doğu Akdeniz’in Önemi

Doğu Akdeniz coğrafi konum olarak dünya nüfusunun ağırlıkta yaşadığı üç kıtanın yani, Asya, Afrika ve Avrupa’nın birbirine en çok yaklaştığı yer olma özelliğine sahiptir. Son yıllarda uluslararası enerji şirketlerinin Doğu Akdeniz’de hidrokarbon rezervi potansiyeli ile ilgili çalışmaları, Kıbrıs sorununa yeni bir boyut kazandırmıştır.

Coğrafi açıdan bölgeye sınırı olan Türkiye, İsrail, Mısır, KKTC, GKRY, Yunanistan, Lübnan, Suriye ve Libya Doğu Akdeniz’de aktif politika yürütürken, bölgeye sınırı olmamasına rağmen ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin de Akdeniz’deki enerji denkleminde ağırlığı bulunmaktadır.

Doğu Akdeniz’de 2009’dan bu yana İsrail, Kıbrıs ve Mısır açıklarında büyük ölçekli enerji kaynağı keşfi yapılmıştır. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’ne göre dünyanın en büyük doğal gaz yataklarından birinin Doğu Akdeniz’de yer aldığı; bölgede 3,45 trilyon metreküp doğal gaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğu tahmin edilmektedir. Kıbrıs Adası’nın çevresinde ise 8 milyar petrol varil olduğu, rezervin yaklaşık değerinin 400 milyar dolar civarında olduğu açıklanmıştır.

Denizin altındaki bu potansiyelden maksimum seviyede yararlanmak isteyen Doğu Akdeniz ülkeleri Münhasır Ekonomik Bölgelerini (MEB) belirlemek için diplomatik adımlarına hız vermişlerdir. Denizdeki MEB sınırlarını yaptıkları uluslararası antlaşmalarla belirleyen ülkeler, Kuzey Kıbrıs’ı tanımadıklarından Kıbrıs adası için Güney Kıbrıs ile masaya oturmaktadırlar. Türkiye, Kuzey Kıbrıs ile MEB Antlaşması imzalamış olmasına rağmen Kuzey Kıbrıs tanınmadığı için Güney Kıbrıs da bu antlaşmayı tanımamaktadır. Bu nedenle Türkiye ve Güney Kıbrıs’ın MEB ilanları çakışmaktadır.

KKTC, GKRY, Yunanistan, Mısır, Suriye, İsrail, Libya ve Lübnan gibi birçok ülkenin kıyı şeridine sahip olduğu Doğu Akdeniz’de Türkiye, en büyük kıyıya sahip ülkedir. Türkiye bölgede aktif olarak KKTC’nin ruhsat verdiği A, B, C, D, E, F, G olarak adlandırılan alanlarda sondaj ve arama faaliyetlerini yürütmektedir (Şekil 3). 2011 yılında imzalanan anlaşma çerçevesinde, Türkiye Akdeniz’de hidrokarbon aramalarına başlamıştır. Türkiye tarafından Akdeniz’de birçok sondaj kuyusu kazılmıştır. Ancak, bu kuyularda üretim yapılabilir herhangi bir petrol veya doğal gaz keşfi henüz yapılamamıştır. Bunun yanı sıra; 2019 yılında, Libya ile Türkiye arasında bir kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırları anlaşması yapılmış ve bu anlaşma 2020 yılında BM tarafından onaylanmıştır.


Türkiye’nin Akdeniz’de bir ev sahibi olduğu, KKTC’nin de Akdeniz’de bir paydaş olduğu bilinmesine rağmen Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs’ın bölgedeki hakları görmezden gelinerek, bölge bir ‘‘enerji savaşları’’ alanına dönüştürülmüştür. Bölgede keşfedilen enerji kaynakları ABD, AB, GKRY, Yunanistan ve İsrail denkleminde paylaşılmaya çalışılmaktadır. Ancak tüm ülkelerce de açıkça bilinmektedir ki; Doğu Akdeniz’de kalıcı bir barış ortamının tesis edilmediği sürece doğal zenginliklerin paylaşımı da mümkün olamamaktadır.

Kaynaklar

  1. Y. Saçak, R. Serin Doğu Akdeniz Çalışmaları Staj Programı,
    https://www.tuicakademi.org/kibris-sorunu-ve-turkiyenin-enerji-politikalarinin-dogu-akdenize-etkisi/
  2. K. Erden (2022), 21. Yüzyılın Başında AB, ABD ve Türkiye İlişkilerinin Temel Açmazı: Doğu Akdeniz Enerji Kaynakları, Amasya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi (ASOBİD). S. 12, s. 1-26.)
  3. https://bau.edu.tr/haber/15966-dogu-akdeniz%25E2%2580%2599deki-hidrokarbon-rezervleri-turkiye%25E2%2580%2599nin-572-yillik-ihtiyacini-karsiliyor


Not: Bu yazı 2024 yılı Temmuz ayında Tenva web sitesi için hazırlanmıştır.





2 Mayıs 2024 Perşembe

TÜRKİYE’NİN ENERJİ ALANINDAKİ STRATEJİK HAMLELERİ

Türkiye; enerjide 1970’li yıllarda yüzde 50 civarında dışa bağımlıyken, bu oran; 1980’li yıllarda yüzde 60-65, 1990’lı yıllarda yüzde 65-70, 2000’li yıllarda ise yüzde 70-75 civarına yükselmiştir. Yatırım ortamının iyileşmesi ile ekonominin ve yaşam kalitesinin artması sonucu, dışa bağımlılık oranının da giderek arttığı gözlemlenmektedir. Bunun yanında, Türkiye’nin jeostratejik konumundan dolayı enerji koridoru olma potansiyelinden henüz yeteri kadar yararlanılamaması, enerjide dışa bağımlılığı da artırmıştır.

Ülke arz güvenliğinin sağlanması için elektrik üretiminde kaynak çeşitliliğinin sağlanması, doğal gaz ile petrol arama ve depolama çalışmalarına ağırlık verilmesi, enerji verimliliğine daha çok katkının yapılması ve dağıtım ile iletim altyapısının güçlendirilmesi gibi çok önemli çalışmalar yapılmaktadır. Mevcut enerji üretimi, kullanımı ve enerjiye ulaşım yöntemleri değiştirilmediği sürece enerji arz sorunu, tüm dünya ülkeleri gibi Türkiye için de büyük bir sorun olmaya devam edecektir.

Doğal Gaz, Petrol Aramaları ve Depolama Çalışmaları

Enerji arz güvenliği ile petrol ve doğal gaz ihtiyacının sürekli ve güvenilir yollarla temini, diğer ithalat bağımlısı ülkeler gibi Türkiye’nin de her zaman gündemindedir. Bu konu ülke enerji vizyonunu doğrudan etkilemekte hatta enerji stratejisinin belkemiğini oluşturmaktadır.

Türkiye’nin ihtiyacı olan doğal gaz ithalatı Rusya, İran ve Azerbaycan’dan, petrol ithalatı İran ve Irak, sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ise Cezayir, Nijerya ve Katar’dan yapılmaktadır. İthal edilen doğal gazın ve petrolün kontrollü bir şekilde ve ihtiyaç duyulması anında sisteme verilebilmesi için Marmara Ereğlisi ve Tuz Gölü’nde çok büyük kapasiteli depolama tesisleri bulunmaktadır. Ayrıca yüzer depolama ve yeniden gazlaştırma üniteleri (FSRU) ile LNG depolama tesisleri planlanmıştır. Bu bağlamda şimdiye kadar iki tane yüzer gemi tesisi kurulmuştur.

Bunların yanı sıra Türkiye’nin Karadeniz ve Akdeniz’de kendisine ait olan sahalarda kendi sismik araştırma ve sondaj gemileri ile doğal gaz ve petrol araması yapması ve bunu diplomasi ile birlikte yürütmesi son derece önemlidir. Nitekim arz güvenliğini sağlamak adına, söz konusu denizlerde derin deniz petrol ile doğal gaz arama ve üretim faaliyetleri artırılarak sürdürülmektedir.

2020 yılında Fatih gemisince Türkiye’nin Karadeniz’deki münhasır ekonomik bölgesinde (MEB), yaklaşık 170 km açıkta tahmini 320 milyar m3, ardından 85 milyar m3 ilave olarak doğal gaz keşfi gerçekleştirilmiştir. Daha sonra Sakarya gaz sahasındaki diğer doğal gaz keşifleriyle birlikte Karadeniz’deki toplam gaz keşfi hâlihazırda 710 milyar metreküpe ulaşmıştır. Halen yeni keşifler için aramalar devam etmektedir.

Akdeniz’de ise Türkiye ile Libya arasında 2019 yılında “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakatı” imzalanmış ve aralarında 18,6 millik (yaklaşık 30 km) bir sınır oluşturulmuştur. Böylece, güneybatı deniz sahasında kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınırı belirlenmiştir. Libya ile imzalanan anlaşmadan sonra ortaya çıkan MEB sınırları, bu bölgeden geçirilmek istenen tüm boru hattı projelerinde Türkiye’nin onayını gerekli kılmıştır. Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail, Mısır, Lübnan ve Suriye gibi ülkelerin arasından sıyrılarak, enerji denklemi açısından Doğu Akdeniz’de böyle bir adımın atılması Türkiye açısından son yılların en önemli başarılarından olmuştur.

Tüm bu petrol arama çalışmalarında öncü rol oynayan Kamu şirketi TPAO ise artık dünyada, sektörün eğilimlerini belirleyen ve sektörün yönünü etkileyen büyük petrol şirketleri ile işbirliği içinde uzun vadeli yatırım programları oluşturmuş durumdadır.

Türkiye’nin Enerji Köprüsü ve Terminali Olması

Türkiye’nin enerji koridoru ve terminali haline gelmesi arz güvenliği ile de doğrudan ilişkili olan en büyük uluslararası projelerinden biridir. Bu durum, Türkiye’nin komşu ülkeler ve batılı ülkeler ile çıkar birliği kurmasını temin edecek, bölgenin politik ve ekonomik istikrarını artıracak, bölge ülkelerinin kalkınmasına da büyük katkı sağlayacaktır.

AB’nin önceliği kendi arz güvenliğinin temini için Türkiye üzerinden Hazar ve Ortadoğu kaynaklarına erişimi sağlamak, bir başka değişle Türkiye köprüsü üzerinden bu kaynakları AB’ye ulaştırmaktır. Bu strateji Türkiye’nin de çıkarları ile örtüşmektedir. Bu politikalar doğrultusunda Bakü-Tiflis-Ceyhan ve Güney Kafkas Doğal Gaz Boru Hatları gerçekleşmiş, Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-İtalya Doğal Gaz Boru Hatları projelerine başlanmış ve Samsun-Ceyhan gibi projeler ise yatırımcıların ilgisini çekmeye başlamıştır. Özellikle Azerbaycan gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyan TANAP ve Rusya gazını Avrupa’ya taşıyan Türk Akımı’nın hayata geçirilmesi, Türkiye’nin stratejik öneminin daha da ön plana çıkmasını sağlamıştır. Böylece Türkiye’nin transit koridor rolü, kendi arz güvenliğinin temini için de avantajlar sağlamıştır.

Rusya’yla 1986 yılında imzalanan yıllık 6 milyar m3 miktarındaki ilk doğal gaz alım anlaşmasının ardından, artan tüketim miktarlarının karşılanabilmesi amacıyla imzalanan diğer alım anlaşmaları kapsamında sırasıyla Rusya – İlave Batı Hattı, İran ve Rusya – Mavi Akım Hattından gaz alımına devam edilmiştir. 2007 yılından itibaren Azerbaycan’dan da doğal gaz alımına başlanmıştır. Böylece mevcut durum itibariyle Türkiye 3 farklı ülkeden uzun dönemli doğal gaz alım anlaşmaları kapsamında boru hatlarıyla gaz ithalatı gerçekleştirmiştir.

Önemli enerji kaynaklarına sahip olan Azerbaycan başta olmak üzere tüm Orta Asya ülkeleri ile hem Türkiye hem de Batı ülkelerinin kesintisiz kara ve demir yolları bağlantısı yanı sıra transit enerji koridorunu temin edecek olan Zengezur Koridoru da önümüzdeki süreçte ön plana çıkacak konuların başında gelmektedir. Koridorun açılmasıyla Türkiye’nin Hazar Denizi üzerinde ve Kafkasya’da geliştirebileceği projelerle doğu-batı, güney-kuzey koridoru ve enerji transiti tartışmalarında merkezi konuma gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Son yıllarda Trakya Bölgesi’nin Avrupa kıtası ile Asya kıtası arasında bir doğal gaz merkezi olması hususunda ciddi çalışmalar başlatılmıştır. Bunun yanı sıra Ceyhan’a inecek ham petrol kapasitesi, Türkiye’nin doğal gaz köprüsü konumu ve iç-dış pazar dinamikleri, Ceyhan’ı özellikli bir konuma getirmiştir. Bu bölge; rafineri, petrokimya ve LNG doğal gaz sıvılaştırma tesislerini içerecek bir kompleks yapı ve bir enerji merkezi haline gelmiş durumdadır.

Sürekli büyüyen talebe kıyasla özellikle petrol ve doğal gaz üretimi çok kısıtlı olan Türkiye, bu dezavantajını bölgesel ticaret denklemlerinde aldığı rollerle dengelemeye çalışmaktadır. Önemli boru hatlarının geçiş güzergâhında bulunduğu için, bölgesel bir ticaret merkezi olma yönünde adımlar atmaktadır. Enerji ticaret merkezlerinin ortasında yer alan Türkiye, bu konumunun avantajlarını kullanarak sadece enerji transferini gerçekleştirmenin yanında bunların fiyatlarını belirlemede de öncü rol oynayabilmelidir. Bu zamana kadar konum avantajını tam anlamıyla gerçekleştirememiş olup, fiyat belirleme noktasında da ilerleme sağlayamamıştır.

90’lı yıllarda Türkiye’nin öncülüğünde belirmeye başlayan enerji koridoru konsepti, kendi arz güvenliğini teminat altına almaya çalışan Avrupa’nın ve ABD’nin de bir bakıma isteği olmuştur. Bu nedenle Türkiye, Ortadoğu ve Hazar petrol ve doğal gazı için coğrafi avantajını kullanarak transit ülke konumunu pekiştirmesi gerekmektedir.


Not: Bu yazı 2024 Yılı Mayıs ayında Tenva web sitesinde yayımlanmıştır.



6 Nisan 2024 Cumartesi

ODUNDAN HİDROJENE ENERJİ DÖNÜŞÜMLERİ

 Giriş

Tarihte ilk enerji kaynağı olarak odun kullanılmıştır. İlk enerji dönüşümü de 18. yüzyılda odundan kömüre geçiş olmuştur. İnsanlık tarihi boyunca, odundan sonra enerji kaynağı olarak kullanılan kömür ve petrol gibi fosil yakıtların toplam enerji tüketimi içindeki payları zaman içinde giderek artmış ve belirli bir doygunluk düzeyine eriştikten sonra, genellikle artış hızına yakın bir hızla azalmaya başlamıştır.

Dünyada taş kömürü 1776 yılında, petrol ise 1859 yılında ilk kez üretilmeye başlanmıştır. 19. yüzyıl kömür yüzyılı olurken 20. yüzyıldan itibaren petrol, enerji dünyasında çok fazla yer almaya başlamıştır. Petrolün dünyanın bir numaralı enerji kaynağı olarak kömürü geride bırakması, keşfedilmesinden bir asır sonrasına, 1960’lı yıllara kadar sürmüştür. Petrole daha sonraki yıllarda doğal gaz eşlik etmeye başlamış olup, bu birliktelik günümüze kadar hala devam etmektedir.

2000’li yıllarda ise yoğun iklim değişikliği hareketleri sonucu düşük karbon ekonomilerine yönelim olmuş, böylelikle; nükleer enerji ve yenilenebilir enerji kaynakları ile özellikle hidrojen enerjisi, enerji dünyasında kendine büyük bir alan bulmuştur.

Odun ve Kömürün Devam Eden Saltanatı

Yeni bir yakıtın (enerji kaynağının) üretimine önce en gelişmiş ülkelerde başlanmakta, daha sonra belirli aralıklarla diğer ülkelere yayılmaktadır.

Halen dünya nüfusunun yüzde 10’undan fazlası elektriğe kavuşmuş değildir. Bu insanların yüzde 85’i Afrika ve Güney Asya’nın kırsal bölgelerinde yaşamaktadır. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 32’si olan 2,5 milyar insan ise yemek pişirmek için geleneksel yöntemlerle odun ve kömür enerjisinden yararlanmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı’nın mevcut politikaları içeren yıllık projeksiyonlarına göre; bu durumun uzun dönemde de devam edeceği ve 2030 yılında 670 milyon insanın (2030’daki olası dünya nüfusunun yüzde 7,9’u) elektriksiz yaşamaya, 2,1 milyar insanın da temiz pişirme tekniklerine sahip olmadan hayatlarını idame ettireceklerini göstermektedir.

Ancak petrolün ve doğal gazın dünyanın bir numaralı enerji kaynağı olarak kömürü geride bırakmasından bu yana geçen onlarca yılda, küresel kömür tüketimi de neredeyse üç katına çıkmıştır. Fosil kökenli enerji kaynakları arasında yer alan kömürün ülkeler için hala çok önemli bir yeri vardır. Çok eskiden beri ısınma amaçlı olarak kullanılan kömür, günümüzde elektrik enerjisi üretimi başta olmak üzere ileri kömür teknolojileri sayesinde gaz, petrol ve aktif karbon üretimlerinde kullanılmaktadır. Aktif karbon üretimi ile kozmetik ve sağlık alanında hatta gıda alanında da yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Günümüzde enerji talebi her geçen gün artarken, söz konusu talebe cevap verecek arz kapasitesi de çeşitlenerek büyümekte, birkaç on yıl önce hiç gündemde olmayan yepyeni teknolojiler enerji piyasasında kendisine alan açmaktadır. Bu kapsamda; yapay zekâ, nesnelerin interneti (IoT), kayıt zinciri (blockchain), bulut, 5G, otomasyon sistemleri, akıllı şebekeler ve kablosuz bağlantılar gibi yeni teknolojik gelişmeler ön plana çıkmasına rağmen yeni enerji dönüşümlerine açık olan enerji dünyası, odun ve kömürden hala vazgeçememiştir.

Petrol ve Doğal Gaz Dünyası

Ham petrol ve doğal gazın ana bileşenleri hidrojen ve karbon olduğu için hidrokarbon olarak da isimlendirilirler. Tüm doğal hidrokarbonlar, organiklerin bozulmasından türemiştir. Milyonlarca yıl öncesinden gelen kum, çakıl ve çamurlara karışan canlı kalıntılarının içerdiği karmaşık hidrojen ve karbon molekülleri, zaman içerisinde ısı ve basınç tesiriyle parçalanarak hidrokarbonları oluşturmuştur. İçeriğindeki yüksek karbonun varlığından dolayı emisyon artışının temel sebeplerinden olan petrol ve petrol ürünlerinin kullanılmaya devam edilmesinin sonucu olarak, günümüzde tüm insanlığın bir bedel ödemesi de kaçınılmaz olmuştur.

1800’lü yıllarda ilk üretimine başlanan petrol ve petrol ürünlerinin kullanımı yaklaşık 200 yıldır devam etmektedir. Gelişmiş ülkelerin yatırım yapma hırslarından dolayı, petrol ve petrol türevleri onlarca yıldır dünyadaki tüm büyük savaşların çıkmasına sebep olmaktadır. Petrol ve doğal gaz kaynakları bakımından dolayı çok zengin olan Ortadoğu’daki ülkelerde bu nedenle karışıklıklar ve savaşlar hiç eksik olmamıştır.

Doğal gaz; Avrupa’da 1659 yılında İngiltere’de bulunmuş, 1670 yılında kömürün damıtılması yöntemiyle üretilmeye başlanmıştır. Taşınması, depolanması ve işlenmesi daha kolay olduğundan, 1790 yılından sonra sokakların ve evlerin aydınlatılmasında, içten yanmalı motorların çalıştırılmasında kullanılmaya başlanmıştır. 1920 yılından sonra boru hattı taşımacılığı yönteminin yaygınlaşmasıyla hızla artan kullanımı, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sürekli olarak gelişmiştir. 1970’li yıllarda petrol fiyatlarındaki aşırı artışlar sonrasında enerji sektöründeki yerini genişletmiştir. Enerji sektöründe ilk kez ABD’de kullanılmaya başlanan doğal gazın, dünya enerji tüketimindeki payı 1950’li yıllarda yüzde 10’u geçmemiştir. Geçmişte petrol üretimi esnasında ortaya çıkan yararsız bir atık olarak görülen ve üretim tesislerinde yakılarak uzaklaştırılan doğal gaz, günümüzde stratejik bir enerji kaynağı olarak evlerde ve endüstrilerde yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.

Konvansiyonel yöntemlerle çıkarılan doğal gaz kullanımının tüm dünyada yaygınlaşmasından sonra yerine ikame edilebilecek olan kaya gazı (şeyl gazı), enerji dünyasına hızlı bir giriş yapmıştır. ABD gibi enerji kaynaklarında ithalatçı bir konumda olan gelişmiş ülkeler, ithalat oranlarını düşürmek için yoğun bir şekilde kaya gazı üretimine başlamışlardır. Ancak konvansiyonel yöntemlerin aksine hidrolik darbe metodu ile çıkarılmaya çalışılan bu yeni enerji kaynağının çevreye olan zararları nedeniyle insanlık yine tehlikelere maruz kalabilmektedir. İçme sularına verdiği zararlar ve deprem riski oluşturabilmelerinden dolayı birçok ülkede yasaklanan, bazı ülkelerde ise çalışmaları durdurulan kaya gazı da kullanılan diğer fosil kaynaklar gibi enerji dünyasında yerini almıştır.

Uluslararası Enerji Ajansı ve diğer Uluslararası Kurum ve Kuruluşların raporlarındaki gözlemlere göre; her ne kadar yenilenebilir enerji alanındaki gelişmelerin artacağı beklense de petrol, doğal gaz ve nükleerin; orta ve uzun vadede uluslararası ilişkiler ve uluslararası siyasi denklemler arenasında belirleyici rolünün devam edeceği belirtilmektedir.

Çağın Enerjisi Nükleer Enerji

20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, farklı kaynaklardan enerjiyi sağlama arayışı enerji dünyasının en önemli gündemi haline gelmiştir. Özellikle 1970’li yılların başında ortaya çıkan petrol dar boğazı, bu arayışları hızlandırmış ve önemli bir enerji kaynağı olarak nükleer enerjinin ön plana çıkmasını sağlamıştır.

Nükleer enerji; dünya nüfusunun üçte ikisinin yaşadığı alanlarda kullanılan, dünya ekonomisinin aslan payına sahip ülkelerin tercihi olan, çevreyle barışık ve ileri teknoloji ürünü olması nedeniyle günümüzün çağdaş ve olgunlaşmış bir enerji kaynağıdır. Petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki düzensizlik ve CO2 emisyonlarındaki sınırlandırmalar nükleer enerjiye olan yönelişi arttırmaktadır. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne göre, enerji üretiminden kaynaklanan emisyonların azaltılması için yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları ile birlikte küresel ölçekte önemli bir alternatif olarak görülmektedir. Ülkelerin düşük karbon üretimine destek olabilecek çalışmaların başında nükleer güç santrallerinin kurulması gelmektedir. Zira 1 kg uranyumdan elde edilen enerji için 3 milyon kg kömür veya 2,7 milyon litre petrol gerekmektedir. Nükleer santraller hidroelektrik santrallerden sonra en az karbondioksit yayımlayan tesislerdir ve onu sırasıyla rüzgâr ve fotovoltaik güneş santralleri takip etmektedir.

Bugün dünyada elektrik üretiminde tercih edilen enerji kaynaklarının yüzde 17’sini oluşturmaktadır. Ülke bazında bakılırsa Fransa elektrik talebinin yaklaşık yüzde 72’sini, Çernobil kazasını yaşayan Ukrayna yüzde 55’ini, Belçika yüzde 50’sini, İsveç yüzde 40’ını, Güney Kore yüzde 27’sini, Avrupa Birliği yüzde 30 ve ABD yüzde 20’sini nükleer enerjiden karşılamaktadır.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları

Dünyada artan nüfusa paralel olarak enerji ihtiyaçları da artmaktadır. Fosil kaynaklar bir müddet sonra tükeneceğinden, bu tür yakıtlara dayalı enerji ile artık yaşamın sürdürülebilir olmadığı fark edilmiştir. Bunun sonucu olarak ülkeler, alternatif enerji kaynakları ve daha değişik yollar keşfetmek için birbirleri ile yarışmaktadırlar.

1990’lı yıllardan sonra fosil yakıtlara alternatif olarak tükenmeyen ve sürdürülebilir temiz enerji kaynağı olarak yenilenebilir enerji kaynakları, enerji alanında kaynak çeşitliliğini artırmak üzere yerini almıştır. Enerji fiyatlarının dünyada devamlı değişkenlik göstermesi, diğer yandan ortaya çıkan çevresel problemler, insanlığın yenilenebilir enerji yani temiz enerji kaynaklarına yönelmesini gerekli kılmıştır. Günümüzde artık tüm ülkeler sürdürülebilir bir çevre yönetimi ile enerji kaynaklarında dışa bağımlılığı önlemek ve kaynak çeşitliliği oluşturmak için yenilenebilir enerji kaynaklarına haklı bir yöneliş göstermişlerdir.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları düşük karbon ekonomisine geçişte en önemli araçtır. Son senelerdeki sera gazı salımlarındaki durağanlık veya kısmi azalmaların nedeni; yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği gibi iklim dostu kaynakların çok fazla ilgi görmesi, bunun sonucu olarak düşük karbon ekonomisinin hayata geçirilmesinin sağlanmasıdır.

Enerjide arz güvenliğini sağlamak adına sektörde gerçekleşen yeni teknolojik gelişmelerin en kısa sürede uygulamaya konulması gereklidir. Özellikle son on senede yenilenebilir enerji teknoloji maliyetleri dünya çapında düşüş göstermiş ve bu teknolojilerin piyasadaki rekabet gücü artmıştır. Yenilenebilir enerji santrallerinin teknoloji maliyetlerinin küresel ölçekte azalmış olması, bu teknolojilerin piyasadaki rekabet gücünü de artırmıştır. Bu bağlamda günümüzde yenilenebilir teknolojilerin çok yoğun bir şekilde kullanıldığı, yeni enerji dönüşümü olarak da hidrojen enerjisinin kullanılmaya başlandığı görülmektedir.

Hidrojen Enerjisi

Hidrojen enerji sistemi yeni olmasına karşın hidrojen üretimi yeni değildir. İlk bulunması 1500’lü yıllara kadar gitmektedir. Hidrojenin havayla birleşerek yandığında atık ürünün su olduğunu deneyle saptamaları 1700’lü yıllara denk gelmektedir. Endüstri devriminin başlamasıyla da kömür, su, gaz tepkimeleri ve elektroliz başlıca hidrojen üretim şekli olmuştur.

Kokusuz, renksiz, tatsız ve saydam bir yapıya sahip olan hidrojen, doğadaki en hafif elementtir. Bilinen tüm yakıtlar içinde birim başına en yüksek enerji içeriğine sahiptir. Dünyanın giderek artan enerji gereksinimini çevreyi kirletmeden ve sürdürülebilir olarak sağlayabilecek en ileri teknolojilerden olan hidrojen enerji sisteminin, insan ve çevre sağlığını tehdit edecek hiçbir etkisi yoktur. Kömür, doğal gaz gibi fosil kaynakların yanı sıra sudan ve biyokütleden de elde edilen hidrojen, enerji kaynağından çok bir enerji taşıyıcısı olarak düşünülmektedir.

Petrol kökenli yakıtlara göre ortalama 1,33 kat daha verimli olan hidrojen sudan elde edildiği zaman yenilenebilir enerji kaynakları kategorisine girmektedir. Hidrojen bilinen tüm yakıtlar içerisinde birim kütle başına en yüksek enerji içeriğine sahiptir. 1 kg hidrojen 2,1 kg doğal gaz veya 2,8 kg petrolün sahip olduğu enerjiye sahiptir. Hidrojenden enerji elde edilmesi esnasında su buharı dışında çevreyi kirletici ve sera etkisini artırıcı hiçbir gaz ve zararlı kimyasal madde üretimi söz konusu değildir.

Günümüzde hidrojen konusunda gerçekleştirilen çalışmaların büyük bir kısmı yakıt pilleri ve otomotiv sektörüne yöneliktir. En büyük kullanıcı payına kimya sanayi, özellikle de petrokimya sanayi sahiptir. Fosil yakıtlara alternatif olarak gaz türbinlerinde, içten yanmalı motorlarda ve uçaklarda mekanik enerji elde etmek için kullanılabilmektedir. Elektrik enerjisinin aksine ekonomik olarak depolanabilmektedir. Üretilen hidrojenin son tüketim alanlarından enerji taşıyıcısı ve hammadde olarak kullanılabileceği gibi, aynı zamanda elektrik sektöründe kullanılmak üzere mevsimsel enerji dengesinin sağlanabilmesi için uzun dönemli olarak depolanabilmektedir.

Sonuç

Teknolojilerdeki hızlı gelişmeler, enerjiyle ilgili değerlendirmelerin çok boyutlu ve çok eksenli yaklaşımla gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Enerji üretiminde kullanılabilecek kaynakların çeşitliliği, üretim ve dağıtım sistemlerine yönelik gelişmeler, kaynak temini meselesi, enerjinin aynı zamanda uluslararası ilişkilerin ve diplomasinin de konusu olması, enerji tüketiminin olumsuz çevresel etkileri, kısa süreli enerji yoksunluklarının öngörülmesi gibi etkenler de bu zorluklara ilave edilebilmektedir. Enerji talebi her geçen gün artarken, söz konusu talebe cevap verecek arz kapasitesi de çeşitlenerek büyümekte, birkaç on yıl önce hiç gündemde olmayan yepyeni teknolojiler enerji piyasasında kendisine alan açmaktadır.

Tüm bunların yanında; küresel karbon salımlarının büyük kısmından sorumlu olan enerji sektörünün karbonsuzlaşması da kritik önem kazanmaktadır. Bu amaçla, tüm dünyada enerji sektörü sıfır karbon emisyonlu enerji sistemlerine doğru büyük bir dönüşüm yaşamıştır.

Fosil yakıtlardan temiz teknolojilere doğru yaşanan enerji dönüşümünün ana unsurları enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ve temiz elektrifikasyondur. Enerji dönüşümünün gelişiminde, enerji ve iklim ile ilgili uluslararası anlaşmaların yanı sıra küresel ve bölgesel gelişmeler de belirleyici olmuştur. Bu gelişmelerle birlikte enerji dönüşümünün aciliyeti, iklim değişikliği ile mücadelenin yanı sıra, enerjiye ekonomik erişim ve enerjide arz güvenliği sağlanması bağlamında da öne çıkmıştır.

http://www.tenva.org.tr/

Kaynaklar

  1. Net Sıfır 2053: Enerji Sektörü İçin Politikalar, Shura Enerji Dönüşüm Merkezi, 2023.,
  2. Osmanlı’da Neft ve Petrol, S. 389–391, Doç. Dr. Volkan Ş. EDİGER, ODTÜ Yayıncılık–2005,
  3. “From Wood to Coal: The Energy Economy in Ottoman Anatolia and the Balkans 1750-1914″,Tok Alaaddin, Boğaziçi Üniversitesi, 2017,
  4. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), 2020-2022 Yılları World Energy Outlook,
  5. Sürdürülebilir Enerji Politikalarında Nükleer Enerjinin Önemi, Sav M., Belen T., Uzman Gözüyle Enerji Dergisi, EPDK Şubat 2019,
  6. Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Önemi ve Ülkemizin Mevcut Potansiyeli, Sav M., www.tenva.org.tr

24 Şubat 2024 Cumartesi

TÜRKİYE ENERJİ GÖRÜNÜMÜNE BİR BAKIŞ

         

Giriş

İnsanlık tarihi boyunca, odundan sonra enerji kaynağı olarak kullanılan kömür ve petrol gibi fosil yakıtların, toplam enerji tüketimi içindeki payları zaman içinde giderek artmış ve belirli bir doygunluk düzeyine eriştikten sonra, genellikle artış hızına yakın bir hızla azalmaya başlamıştır. Yeni bir yakıtın (enerji kaynağının) üretimine önce en gelişmiş ülkelerde başlanmakta, daha sonra belirli aralıklarla diğer ülkelere yayılmaktadır. Dünyada taş kömürünün 1776 yılında, petrolün ise 1859 yılında ilk kez üretilmeye başlanmasına karşın, Türkiye’deki başlangıç tarihleri kömür için 1848 yılı, petrol içinse 1948 yılıdır. Yani Türkiye’de, kömür üretiminde 72 yıl, petrol üretiminde ise 89 yıl geç kalınmıştır. Osmanlı’nın parçalanmasına neden olan önemli etkenlerden biri de söz konusu enerji kaynaklarının üretimindeki bu başarısızlık olduğu düşünülmektedir.

Bir enerji kaynağının yerini diğer bir enerji kaynağının alması tarih boyunca hep tekerrür etmiştir. Günümüz dünyasında kömür ve petrol gibi yakıtların yerini daha çok yine bir petrol türevi olan fosil kaynaklı doğal gaz ve çağımız enerji kaynağı olan nükleer enerji almıştır. 1990’lı yıllardan sonra fosil yakıtlara alternatif olarak tükenmeyen ve sürdürülebilir temiz enerji kaynağı olarak yenilenebilir enerji kaynakları da, enerji alanında kaynak çeşitliliğini artırmak üzere yerini almıştır.

Enerji kaynaklarının herkese yeterli, kaliteli, düşük maliyetli, güvenli ve çevre konusundaki duyarlılıkları dikkate alan bir şekilde sunulması temel amaçtır. Hızlı nüfus artışı ile gelişmekte olan Türkiye’nin de dünya ortalamasının üzerinde gerçekleşmeye devam eden talep artışı ve buna bağlı olarak artan yatırım ihtiyacı, devamlı yeni tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmıştır.

Türkiye’nin Enerji Görünümünde Değişen Denklemler

Enerji kaynakları tüm ülkelere eşit olarak dağılmış durumda değildir. Dünyada bazı ülkeler zengin rezervlere sahip olup üretici konumundayken, diğerleri bu enerji kaynaklarını elde etmeye çalışan tüketici konumundadırlar. Türkiye sınırları içerisinde yüz yıldan fazladır arama çalışmaları devam eden petrol ve petrol ürünlerinde bugüne kadar önemli miktarda bir kaynağa rastlanılamamıştır. Petrol ve kömür aramalarında Avrupa ve dünya ülkelerinden çok sonra başlayan Türkiye, günümüze kadar sadece kendi kendine yetebilecek kömür kaynağına kavuşmuştur.

Türkiye; enerji ve doğal kaynaklar bakımından zengin ve verimli bir yer olmasa da bu alanda güçlü olan yanları vardır. Bunlar; temiz ve yenilenebilir enerji potansiyelinin varlığı, enerji kaynaklarının çeşitliliği, özellikle yetişmiş insan gücü ile genç ve dinamik nüfusu ve enerji piyasasının liberalleşmesi gibi özellikleridir. Türkiye’nin güçlü olan bu yanlarından dolayı günümüzde enerji politikaları da; enerji arz güvenliği, alternatif enerji kaynakları, kaynak çeşitliliği, yerli ve yenilenebilir kaynakların ekonomiye kazandırılması, sürdürülebilirlik, enerji piyasasındaki serbestleşme ve enerji verimliliğini esas alarak şekillenmiştir.

Tüm bunlarla birlikte; ekonominin yüksek ve istikrarlı büyüyebilmesi için mümkün olan bütün yerli kaynakların enerji üretimi amacıyla değerlendirilmesi öncelikli bir husus olarak belirlenmiş ve son dönem Kalkınma Planları’nda ve Strateji Planları’nda yerli kaynakların enerji üretimindeki payının arttırılması suretiyle, enerjide dışa bağımlılığın azaltılması amaçlanmıştır. 10. Kalkınma Planı’ndan itibaren çeşitli politika belgelerinde zikredilen ve son olarak “Yeni Ekonomi Programı” ve her yıl ‚‘‘Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programları” çerçevesinde de tekrarlanan yerli kaynaklardan elektrik üretimi, Türkiye enerji politikasının öncelikli konularından olmuştur.

Uzun yıllardır Türkiye elektrik talebi her yıl bir önceki yıla göre sürekli artış yönünde olmuştur. Bu artışlar; elektrik talep artışında oransal olarak Türkiye’yi dünyada Çin’den sonra ikinci sıraya yükseltmektedir. Her yıl artan bu talebi karşılamak için Türkiye’nin yoğun enerji yatırımları yapması ve bunun yanında farklı enerji kaynakları arayışlarına girmesi gerekmektedir.

Enerji kaynakları açısından büyük oranda dış ülkelere bağımlı olan Türkiye’nin en büyük dış ticaret açığı kalemi enerji sektörü olarak kendini göstermektedir. Bu bakımdan, arz güvenliği kadar cari açığın büyük bir bölümünü teşkil eden enerji ithalatı sorunu için de Türkiye’nin alternatif enerji kaynaklarına yönelme ihtiyacı doğmuştur. Bu kapsamda, enerji arz güvenliği ve yerlileşme ile kaynak çeşitliliği çalışmaları da alternatif enerji kaynakları bağlamında artarak devam etmiştir.

Kömürde ve petrolde dünya ülkelerini yakalamakta çok geç kalan Türkiye’nin; güneş, rüzgâr, su gibi avantajları göz önüne alınarak, çağımız enerji kaynağı olan yenilenebilir enerji kaynakları alanında yeni mevzuatları ve çalışmalarıyla dünya ve AB ülkelerine katılmıştır. Günümüzde özellikle hidroliğin başını çektiği rüzgâr, jeotermal, güneş, biyokütle ve hidrojen enerjisi gibi yenilenebilir kaynakları, linyit, taşkömürü ve bor gibi yerli kaynakları, enerji kaynaklarının başında gelmektedir.

Etrafındaki tüm ülkeler zengin enerji kaynaklarına sahip olmasına rağmen Türkiye, kendi sınırları içerisinde tükettiği doğal gazın hemen hemen hepsini, ham petrolü ise yüzde 90’nın üstünde ithal etmek zorunda kalmıştır. Fosil enerji kaynakları bakımından net ithalatçı ülke konumunda olan Türkiye’de 2022 yılında enerji arzının doğal gazda yüzde 99, ham petrolde yüzde 93 ve kömürde yüzde 60 olmak üzere toplamda yüzde 70’e yakın bir bölümü ithalat ile karşılanmıştır.

Sonuç

Günümüzde enerji kaynaklarını elinde tutan veya transit koridor rolünü sağlayıp, ithalatçı ülkelere iletmeyi başaran ülkeler, ekonomik zenginliğe kavuşmuş ve dünyada söz sahibi olmuş ülkelerdir. Türkiye, stratejik coğrafi konumu sayesinde, Avrupa’nın enerji arz güvenliğinde çok önemli bir oyuncu durumundadır. Enerji kaynakları yönünden zengin coğrafyalara yakınlığı ile bölgede önemli bir aktör olan Türkiye, bu avantajını değişmez ve sürekli görmemeli; hem iktisadi anlamda dış ticaret açığının düşürülmesinde hem de enerji arz güvenliği bağlamında geliştirmeye çalışmalıdır.

OECD ülkeleri içinde yer alan Türkiye’nin, kendi enerji arz güvenliğini sağlamak ve ithalatta en büyük paya sahip olan enerji ihtiyaçlarını bir nebze karşılayabilmek için başta hidrolik kaynaklar olmak üzere tüm yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları ile alternatif enerji kaynaklarına özellikle ihtiyaç duyulmaktadır. Aynı zamanda kaynakların yeterli ve doğru şekilde kullanılmasıyla, gayri safi milli hâsılaya her yıl milyarlarca dolar katkıda bulunmak ve ülke kalkınmasına yardımcı olunması gerekmektedir.

Kaynaklar

  1. Osmanlı’da Neft ve Petrol, S. 389–391, Doç. Dr. Volkan Ş. EDİGER, ODTÜ Yayıncılık–2005,
  2. 2023 ve 2024 yılları Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programları, https://www.sbb.gov.tr/
  3. Türkiye Çelik Üreticileri Derneği, https://celik.org.tr/
  4. Enerji Bakanlığı Stratejik Plan ve Arz Güvenliği Strateji Belgeleri, https://www.enerji.gov.tr/
  5. 2021 ve 2022 Yılları Ulusal Enerji Denge Tabloları, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı.

     http://www.enerji.gov.tr/eigm-raporlari



NOT: Bu yazı 2024 yılı Şubat ayında Tenva web sitesi için hazırlanmıştır.




ENERJİ DEPOLAMA SİSTEMLERİNİN ÇEVRESEL VE EKONOMİK ETKİLERİ

Giriş   21. yüzyılın başından itibaren artan enerji talebi, fosil yakıt rezervlerinin sınırlılığı ve iklim değişikliğinin yol açtığı küres...