28 Ekim 2022 Cuma

Küresel Savaşlardan Paris'e

                                                                                       Savaşlar insanlığa son vermeden,

insanlık savaşlara son vermelidir.

(John F. Kennedy)

 

Hemen hemen her ülkenin birer dış politikası, iç siyaset politikası, enerji politikası olduğu gibi bir de çevre politikası vardır. Ülkelerin çevre politikaları; başka ülkelerin dış siyaset politikası veya enerji politikaları yüzünden sekteye uğrayabilmektedir. Bu politikalara beklenmeyecek şekilde en çok etki eden unsur ise küresel savaşlardır. Zira, mevcut askeri teknoloji, dünyayı birçok defa yıkabilecek seviyede tahrip edici olup, bunların kullanılması durumunda insanlığın kendi kıyametini kendi eliyle gerçekleştirdiği bir dünya ile karşılaşması mümkün olabilmektedir. 

Su ve gıda kıtlığı, çölleşme, ormansızlaşma, aşırı iklim değişiklikleri gibi çevresel faktörler; insanlığı daha büyük göçlere ve savaşlara götürebilmektedir. Büyük çevresel sorunların savaşların çıkmasına sebep vermesi gibi savaşlar da göçlere ve büyük çevresel sorunlara sebep olmaktadır. 

Savaşların çevreye verebileceği zararların başında; emisyonların tutulmasında en çok etkisi olan ve büyük yutak alanları olarak nitelendirilen ormanların tahrip edilmesi veya bozulmaları gelmektedir. Ormansızlaşma büyük bir karbon emisyonu nedenidir. ABD’nin 70’li yıllarda yaptığı Vietnam savaşında, dünyanın en büyük ormanlarından Yağmur Ormanları’na zarar vermesi, sadece o bölgeyi değil tüm dünyayı etkilemiştir. 

II. Dünya Savaşı sırasında kentlerin bombardımanı sonucu ormanlık, tarımsal alanlar, ulaştırma sistemleri ve sulama ağlarının yok edilmesi; çok büyük boyutlu çevresel felaketlere yol açmıştır. Savaşın sonunda 50 milyon insan yaşadıkları yerleri terk ederek göçmen durumuna düşmüştür. 

Çevre açısından bakıldığında, bombalamaların verdiği tahribat kadar olmasa da hemen hemen tüm yerleşim yerlerinin tahrip olması ile moloz yığınları ve enkaz yığınlarına ait kalıntıların atmosfere yayılması ise savaşın başka bir acı gerçeği olmaktadır. Tüm bunlara ilave olarak savaş sonrası şehirlerin yeniden inşası ve kalkınması için yatırımlara hız verilmesi, endüstriyel sanayinin ayaklandırılması için yapılacak olan girişimlerin bölgenin çevresine vereceği zararlar da savaşın etkilerine eklenmelidir. 

Suriye’de Savaş 

Irak’ın kuzeyindeki gelişmeler, nükleer konular ile ilgili anlaşmazlık çerçevesinde ABD tarafından İran’a uygulanan ambargolar, Doğu Akdeniz’deki petrol ve gaz aramaları ekseninde şekillenen yeni ittifaklar, Rusya’nın Avrupa’ya gaz ihracı için hayata geçirmeyi planladığı projeler ve son yıllarda dünyada ortaya çıkan enerji krizi ile Rusya-Ukrayna savaşı çerçevesinde Rusya’nın birçok ülkeye petrol ambargosu uygulaması; Türkiye’nin yakın coğrafyasında meydana gelen hem çevre hem de ve enerji piyasalarını doğrudan etkileyen başlıca konulardır. Bölgedeki en önemli konu ise hiç tartışmasız yıllardır süregelen Suriye’deki iç savaştır. 

Arap halklarının özgürlük ve demokrasi talebi ile başlayan Arap Baharı süreci; Suriye’de 2011 yılında başlamış ve 2022 yılı itibariyle 10 yılı aşkın bir süredir devam etmektedir. Süreç içerisinde başta Suriye, Libya ve Yemen olmak üzere bir iç savaşa dönüşen bölge, dünyanın en öncelik arz eden ve uluslararası düzen ve güvenliği tehdit eden bölgelerinden biri halini almıştır. Mezhepçilik anlayışı ile savaşa müdahil olan İran, Irak ve Lübnan’ın politikaları, bölgedeki kaos ortamının en büyük nedenlerinden biri olmuştur. Denkleme Rusya’nın da katılması, mevcut çatışma ve gerginlikleri bölgesel savaş riskine getirmiştir. 

Suriye Rejiminin yıllarca kimyasal ve biyolojik silahlar kullanarak şehirleri bombalaması ve Rusya’nın savaşa müdahil olmasından sonra yerleşim yerlerine bırakılan tonlarca bombalar ile tüm canlı ve ekosistemlere olduğu gibi dünya atmosferine de çok büyük zararlar verilmiştir.    

Hala devam eden Suriye savaşında son yılların en büyük mülteci krizi yaşanmaktadır. Türkiye’nin en uzun sınır komşusu olması sebebiyle Suriye’den sadece Türkiye’ye sığınan 5 milyona yakın göçmen bulunmaktadır. Bu da Suriye’li nüfusun, İstanbul, Ankara ve İzmir’den sonra Türkiye’nin 4. “büyük şehirli” nüfusu olmasına yol açmıştır. Daha da önemlisi; yerleşim birimlerinde yaşayanların yerlerinden edilmeleri, mülteci konumunda olan insanların tercihen yakın bölgelere, akabinde tüm dünyaya yayılmaları ülke ekonomilerini olduğu gibi çevreyi ve ekosistemi tehdit etmiştir. 

Şimdiye kadar yüz binlerce ölü, bu rakamlardan daha fazla yaralı ve milyonlarca göçmenin olduğu bölgedeki savaş, dünyanın diğer bölgelerini de etkileyerek halen devam etmektedir. Yıllardır süregelen Suriye savaşında kaybedenler; sadece Ortadoğu halkları değil, tüm insanlık zarar görmektedir. Mevcut iç karışıklar veya iç savaş olarak nitelenebilecek gerginlikler sona erdikten sonra, bölge kalkınsa bile geriye dönülemeyecek, telafi edilemeyecek zararlar meydana gelmektedir. Canlıların zarar görmesinin yanı sıra yerleşim yerlerinin, ekosistemlerin ve orman alanlarının da zarar görmesi nedeniyle, bölge ülkelerinin kalkınması ve refaha kavuşmaları epey zaman alacaktır. 

Paris’te Anlaşma 

Paris’de ülkelerin bir mutabakata varmasından sonra,

Fransa Devlet Başkanı François Hollande, Anlaşma için

“Paris’in gördüğü en barışçıl devrim” nitelemesi yapmıştır.

İklim ile ilgili tartışmalar, 20. yüzyılın son çeyreğinde bir uluslararası sorun alanı olarak görülmeye başlanmıştır. Bu anlamda en somut uluslararası adım, atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamak üzere Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içerisinde yer alan Kyoto Protokolü’nü dünyadaki 199 ülkenin imzalaması olmuştur. Protokol’de yer alan kimi ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan gazların salımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa emisyon ticareti yoluyla haklarını arttırmayı taahhüt etmişlerdir. 

Küresel İklim Değişikliği Anlaşması olan Kyoto Protokolü’nün 2020 yılında sona ermesinden sonra yerini alan yeni anlaşma olan Paris Anlaşması ise 21. İklim Konferansında (COP-21) onaylanmıştır. Paris Anlaşmasıyla ilk defa büyük ve gelişmiş ekonomisi olan devletler önemli taahhütlerde bulunmuşlardır. Anlaşma kapsamında yapılan beyanlara göre; Avrupa Birliği (AB) 2030 yılı itibariyle sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyelerine kıyasla yüzde 40 azaltacağını taahhüt etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri; 2025 yılı itibariyle sera gazı emisyonlarını 2005 yılı seviyelerine kıyasla yüzde 28 oranına kadar azaltacağını taahhüt etmiştir. Rusya 2030 yılı itibariyle emisyonlarını 1990 yılı seviyelerine kıyasla yüzde 30 oranına kadar azaltmayı taahhüt etmiştir. Çevre kirliliği konusunda ilk defa kesin bir tarih belirleyen Çin ise karbondioksit salımında 2030 yılını sınır olarak belirterek, o tarihten itibaren çevre kirliliğini azaltmayı amaçlamıştır (Tablo 1). 

               Tablo 1. Ülkelerin Ulusal Niyet Katkı Beyanı (2030 yılında)    

Ülke

Niyet Beyanı (%)

Referans Yıl

ABD

26-28

2005

Çin

60-65

2005

AB

40

1990

Rusya

25-30

1990

İran

4

2010

Suriye

-

-

Türkiye

21

2012

Özellikle petrolün bulunmasıyla fosil yakıtlı bir dünyanın ortaya çıkması ve gelişmiş ülkelerin sanayi devriminden sonra kendi ülke sınırları içerisinde yapmış oldukları kalkınma çabaları sonucu dünyamız oldukça kirletilmiştir. Bunun yanı sıra kendi sınırları içerisinde dünyamızı kirletenlerin, bir başka bölgede üstelik kendisine çok uzak, dünyanın başka bir noktasında yapmış olduğu savaşlar sonrasında çevreye ve ekosisteme verdiği zararlar ise hiç düşünülmemiştir.  


e  Dünyanın herhangi bir noktasında çevre ve ekosisteme verilen zararlardan, sadece o bölge değil dünyanın çok uzak, çok farklı bölgeleri de etkilenebilmektedir. Ortadoğu ülkeleri, özellikle Körfez ülkeleri, Paris’de kabul edilen anlaşmaya göre gerçekleştirecekleri emisyon azaltımlarını birer birer beyan etmişlerdir. Ancak beyan edilen miktarların gerçekleşmesinde sadece bu ülkelerin değil, bölgeye savaş veya yatırım sebebiyle gelen her ülkenin sorumluluğu bulunmaktadır. 

Bölgede yapılan Suriye savaşında veya dünyanın başka bir noktasındaki savaşlara müdahil olan her ülkenin dünyayı kirletmesine verdiği katkının, o ülkelerin hanesine eklenmesi gerekmektedir. Başta Rusya veya İran gibi ülkelerin verdikleri ulusal niyet katkı beyanları Birleşmiş Milletler temsilcilerince incelenirken sadece ulusal bazda değil, uluslararası arenada ve dünyamızın başka bölgelerine zarar verilmesi halinde, zararlar kirletenlere yazılmalıdır. Kyoto veya Paris Anlaşmalarında verilecek (verilmemesi gereken) finans destekleri de yine o ülkelerin zarar hanesine aktarılmalıdır.

 

Kaynaklar

 

1.                  Güçtürk Yavuz, İnsanlığın Kaybı, Suriye’deki İç Savaşın İnsan Hakları Boyutu, SETA       Yayınları,

2.                  Altuntaş Hakan, Savaşların Çevresel Boyutu ve Ekosistem Üzerindeki Geri Dönüşü Olmayan       Etkileri




Not: Söz konusu makale 2022 yılı Ekim ayında Tenva.org sitesinde yayımlanmıştır.


            https://www.tenva.org/suriyede-savas-pariste-anlasma



/



10 Ekim 2022 Pazartesi

PARİS İKLİM ANLAŞMASI’NIN TÜRKİYE ENERJİ SEKTÖRÜNE OLASI ETKİLERİ

 İklim ile ilgili gelişmeler, 20. yüzyılın son çeyreğinde bir uluslararası sorun alanı olarak görülmeye başlanmıştır. Bu anlamda en somut uluslararası adım; atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamak üzere Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) içerisinde yer alan Kyoto Protokolü’nü 199 ülkenin imzalaması olmuştur. Protokol’de yer alan kimi ülkeler, karbondioksit ve sera etkisine neden olan gazların salımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa emisyon ticareti yoluyla haklarını arttırmayı taahhüt etmişlerdir.

Küresel İklim Değişikliği Anlaşması olan Kyoto Protokolü’nün 2020 yılında sona ermesinden sonra yerini alan yeni anlaşma, 21. Taraflar Konferansı (Conferences of the Parties, COP-21)’de onaylanmıştır. 2015 yılı Aralık ayında, Paris’te toplanan COP-21’de, 195 ülke tarafından, BMİDÇS’nin atmosferdeki sera gazı birikimini iklim için tehlikeli görülen insan kaynaklı müdahaleyi önleyecek düzeyde tutma amacını ortaya koyan yeni bir küresel anlaşma kabul edilmiştir. Anlaşmanın 2020 yılında yürürlüğe girebilmesi için küresel salımların en az % 55’ini temsil eden en az 55 ülkede yasal olarak kabul edilmesi gerek görülmüştür. 2016 yılı Nisan ayında imzaya açılan söz konusu anlaşma ile küresel politika hedefi olarak belirlenen sıcaklık artışının 2 °C’nin de altında 1,5 °C’de tutulması amaçlanmıştır. 55 ülkenin kabul etmesi ile söz konusu koşul sağlanmış olup, 4 Kasım 2016 tarihi itibariyle anlaşma yürürlüğe girmiştir. 

Türkiye, bağlayıcı olmayacak surette Ulusal Katkı Niyet Beyanını (Intended Nationally Determined Contribution, INDC), teslim tarihine bir gün kala 30 Eylül 2015 tarihinde BMİDÇS Sekretaryası ile paylaşmıştır. 22 Nisan 2016 tarihinde, New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde 175 ülke temsilcisiyle birlikte Anlaşmayı imzalamış olmasına karşın ancak 2021 yılı Ekim ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçirerek Taraf olabilmiştir. 

Anlaşma kapsamında ülkemiz; hedefini 2030 yılında referans senaryoda öngörülen artıştan % 21 azaltım şeklinde belirlemiştir. Toplam sera gazı salımı 2020 yılında 523,9 MtCO2e olan Türkiye, INDC’deki baz senaryoya göre 2030 yılında 1.175 MtCO2e salım öngörürken atılacak adımlarla bu rakamı 929 MtCO2e’ye azaltacağını beyan etmiştir (Şekil 1). Anlaşma, Ulusal Katkı Beyanlarının her 5 yılda bir sunulmasını ve dönemsel olarak gözden geçirilerek hedeflerin de tedricen yükseltilmesini öngörmektedir. 

                                             Şekil 1. Türkiye’nin Ulusal Niyet Katkı Beyanı 

Türkiye, Paris Anlaşması kapsamında hep iki konunun önemi üzerinde durmuştur: Birincisi; Türkiye’nin finans ve teknoloji desteklerine erişebilmek bakımından kendisi ile benzer konumdaki ülkelerle aynı şekilde muamele görmesidir. Zira G20 ülkeleri içerisinde yer aldığından Kyoto Protokolü eklerinde yer aldığı gibi “gelişmekte olan ülkeler” kategorisi yerine Paris Anlaşması’nda “gelişmiş ülkeler” kategorisi içerisinde gösterilmiştir. İkinci konu; Türkiye’nin ekonomik büyüme ve nüfus artışı gibi ölçütler dikkate alındığında mutlak emisyon azaltımı yapmasının imkânsız olduğu, bu hususun da kayıt altına alınması gerektiğidir. 

İklim müzakerelerinde genelde gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelere nazaran sera gazı emisyonlarını azaltmak için daha iddialı ulusal hedefler taahhüt etmeleri beklenmektedir. Büyük petrol üreticisi ülkeler küresel iklim anlaşmalarıyla fosil yakıt talebinin ve fiyatlarının azalacağından endişe ettiklerinden bu anlaşmalara sıcak bakmamaktadır. Özellikle zengin ve sanayileşmesini tamamlamış ülkelerin kendi paylarına düşeni yapmadıkları için diğer ülkeler de iklim değişiklikleri ile ilgili gerçek anlamda koruyucu bir anlaşmanın olacağı konusunda isteksizlik gösterebilmektedir. 

Türkiye’nin Durumu        

Türkiye’nin 2015 yılında BMİDÇS Sekretaryası’na sunduğu INDC, birçok uzman ve kuruluş tarafından günümüz koşullarında gerçekçi görülmemektedir. Anılan INDC beyanında, 2030 yılında 1.175 MtCO2e olarak öngörülen emisyon düzeyinden % 21 azaltımla 929 MtCO2e hedef belirlenmiş ise de 2015 yılından bu yana Türkiye’nin enerji dönüşümünde gerçekleştirdiği başarılar ve düşük karbonlu teknolojilerin maliyet ve verimliliklerindeki olumlu gelişmeler de dikkate alınarak hedefin yenilenebileceği düşünülmektedir. Geçen süre zarfında enerjide dijitalleşmenin etkin kullanılması, yenilenebilir enerji kaynaklı üretim oranlarının beklentilerin üzerinde gerçekleşmesi ve başta güneş olmak üzere yenilenebilir kaynaklı üretim sistemlerindeki maliyetlerin düşme eğilimi göstermesi gibi birçok olumlu etken oluşmuşken, Türkiye’nin INDC’de yer alan emisyon projeksiyonları gerçekçi olarak tekrar gözden geçirilmelidir.

Nitekim 2020 yılında TÜSİAD tarafından yaptırılan Türkiye ekonomisi için farklı genel denge modellerinde; Türkiye’nin iklim konusunda ekstra bir çaba içine girmediği baz senaryolarda 2030 yılındaki emisyon düzeyi 710 ila 984 MtCO2e aralığında bulunmuştur. Yapılan pek çok farklı çalışmada da INDC’de beyan edilen 929 MtCO2e hedefinden daha düşük emisyon düzeyine ulaşılabileceği vurgulanmaktadır. (Kaynak: Ekonomik Göstergeler Merceğinden Yeni İklim Rejimi Raporu, TÜSİAD Eylül 2020)

TÜİK tarafından 2022 yılı Nisan ayında açıklanan en son verilere göre; Türkiye’nin 2020 yılı toplam sera gazı emisyon miktarı 523,9 MtCO2e olmuştur. 2020 yılında Türkiye’nin enerji sektöründen kaynaklanan sera gazı emisyonlarının bir önceki yıla kıyasla % 0,6 artmış olduğu görülmüştür. Türkiye’de kişi başına düşen sera gazı emisyon miktarı 1990 yılında 4 ton CO2 eşdeğeri olarak hesaplanmışken bu oran; 2017 yılında 6,5 ton/kişi, 2018 yılında 6,4 ton/kişi, 2019 yılında 6,2 ton/kişi ve 2020 yılında 6,3 ton/kişi olmuştur. 

            Şekil 2. 1990-2020 Toplam Sera Gazı Emisyon Miktarları (TÜİK) 

Türkiye’de kişi başı emisyonlar 1990 yılında 4 ton CO2e’den, 2020 yılında % 57 artışla 6,3 ton CO2e düzeyine ulaşmışken, AB ülkeleri ortalaması 9,09 ton CO2e düzeyinden 2020 yılı itibariyle 5,91 ton CO2e’ye yaklaşık % 30 oranında azalmıştır. Yine 1990-2020 yılları arasında Türkiye’nin toplam sera gazı emisyonu % 140’a yakın bir artışla 2020 yılında 523,9 milyon ton CO2e düzeyine ulaşırken, aynı dönemde AB ülkelerinde bu oran % 30 dolayında azalmıştır (Kaynak: EDGAR). Görüldüğü gibi AB ülkeleri emisyonlarını hızlı bir şekilde düşürürken, Türkiye’de hem toplam emisyonlar hem de kişi başı emisyonlar artış göstermektedir. ABD ve AB gibi ülkelerde karbon emisyon oranlarının gerilediği Türkiye’nin ise gelişmekte olan bir ülke olarak emisyonlarını artırdığı bu dönemde, OECD içerisinde yer alan gelişmiş ülkelerin emisyon azaltım taahhütlerini yerine getirmek için çok fazla çaba göstermelerine gerek olmayacaktır.

2018 yılına göre hazırlanan Türkiye ve AB elektrik sektörlerinin sera gazları yoğunluğu Şekil 3’te gösterilmiştir. Buna göre; Türkiye, 17,5 kg CO2e/avro sera gazı yoğunluğu ile 4,5 kg’lık AB sera gazı yoğunluğu ortalamasının dört katıdır. Bu miktar, AB bölgesinin en önemli fosil yakıt yoğunluğu yüksek ülkesi Polonya’nın bile üstündedir.

 

Şekil 3. Türkiye ve AB Ülkelerinin Elektrik Sektörü Sera Gazı Yoğunluğu, 2018 Yılı (Kaynak: Eurostat, TÜİK)


Ancak, Türkiye; sanayileşme sürecini tamamlamamış ve gelişmekte olan bir ülke olarak sadece OECD üyesi olması nedeniyle, uluslararası iklim müzakerelerinde ve karbon ticaretinde hak ettiği yeri henüz alamamıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi bugüne kadar atmosfere saldığı toplam emisyon miktarı, yıllık emisyon miktarları ve kişi başına emisyon oranları açısından OECD, AB ve dünya ülkeleri ortalamasının çok altındadır.

 

Kümülatif Emisyonlar 

İklim değişikliği ile ilgili anlaşmalarda taahhütleri verenlerin hükümetler ve devletler olmasına rağmen emisyon azaltımını gerçekleştirecek olanlar, şirketlerin kendileridir. Bu nedenle şirketlerin emisyon azaltım istekleri çok daha önemlidir. 2020 yılında 1.000’den fazla şirket 2050 yılına kadar net sıfır emisyon taahhüdünde bulunmuştur. Bunların içinde dünya çapında büyük enerji şirketleri bulunmaktadır. 

En son açıklanan ABD merkezli İklim Hesap Verilebilirliği Enstitüsü'nün (Climate Accountability Institute) verilerine göre; 20 büyük şirket, 1965 yılından 2017 yılına kadar 480 milyar tCO2e sera gazı üretmiştir. Bu rakam, aynı süre içindeki karbon emisyonlarının % 35'ine karşılık gelmektedir. Dünyanın en büyük enerji şirketlerinin emisyonlardaki liderliği sürmektedir. Söz konusu 20 şirketten 12'si Kamu iştiraki bulunan şirketlerdir. Bu şirketlerin emisyonlardaki toplam payı ise % 20 civarındadır.

 

1850 yılından bu yana kümülatif emisyonlara bakıldığında ABD açık arayla birinci sırada yer almakta olup yirminci yüzyılın en büyük sera gazı üreticileri olarak ise Çin ve ardından sırasıyla; Rusya, Almanya, Birleşik Krallık ve Japonya gibi dünyanın büyük ekonomileri gelmektedir. İlk onda olan diğer ülkeler ise HindistanFransaKanada ve Polonya olmuştur. Özellikle Çin ve Hindistan 1990 yılından bu yana emisyonlarını hemen hemen dörde katlamışlardır.


Küresel Atmosfer Araştırmaları Emisyon Veri Tabanı’nın (EDGAR-Emissions Database for Global Atmospheric Research) verilerine göre, 2020 yılı itibariyle dünyaya salınan sera gazlarının % 32,48’ine Çin sebep olmaktadır. Çin’i % 12,61 ile ABD ve % 7,29 ile Avrupa Birliği takip etmektedir. Hindistan % 6,71 ile dördüncü sıradayken, ardından % 4,66 ile Rusya gelmektedir (Tablo 1). Çin, ABD, AB, Hindistan, Rusya, Japonya, Brezilya, Kanada gibi ülkeler; kimi gelişmiş ülke olması kimi de büyük nüfus yoğunlukları sebebiyle dünya toplam emisyonlarının % 90’ından sorumlu ülkelerdir. Bu ülkeler tarafından, atmosfere salınan emisyonlar kontrol altına alındığında, dünya üzerinde iklim değişikliğine yönelik tehditler de zaten büyük oranda bertaraf edilmiş olacaktır.

Tablo 1. Bazı Gelişmiş Ülkelerin Küresel Emisyonlardaki Payı (Kaynak: EDGAR) 

Küresel Emisyonlardaki Pay

Ülkeler

2020 (%)

1850-2011 (%)

Çin

% 32,48

% 11

ABD

% 12,61

% 27

AB

% 7,29

% 25

Rusya

% 4,66

% 8

 * 2020 yılında önceki yıllara oranla gelişmiş ülkelerin genelinde sera gazı emisyon miktarları azalırken, Çin’de aksine çok büyük oranlarda artış görülmüştür.

Yine Küresel Atmosfer Araştırmaları Emisyon Veri Tabanına göre; ülkeler arasında en yüksek kişi başı emisyon miktarı sıralandığında; dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olan ülkelerden Katar 35,64 ton, Birleşik Arap Emirlikleri 20,7 ton, Suudi Arabistan 16,96 ton, ardından gelişmiş ülkeler olarak Avustralya 15,22 ton, Kanada 14,43 ton ABD 13,68 ton ve Güney Kore 12,07 ton ile ilk sıralarda yer almaktadır.

 

Sonuç 

Ekonomik bakımdan gelişmiş pek çok ülke; yaklaşık 200 yıl öncesinden bu yana, gelişimini sürdürürken ve bilhassa ekonomisinin büyüme aşamalarında, karbon oranı yüksek fosil yakıtları yoğun bir şekilde kullanmıştır. Dünyanın kümülatif karbon yüküne büyük oranda yıllar öncesinden etki etmeye başlamışlardır. Türkiye gibi gelişmekte olan birçok ülke; sanayi kalkınmalarına ise yeni yeni başlamışlardır. Konuşulmaya başlanılan iklim değişikliği anlaşmalarına bu ülkelerin hemen adapte olmaları beklenmektedir. Ancak ülkelerin büyük bir çoğunluğu, dünyanın kirlenmesine sebep olan küresel ekonomiler ile aynı kategoride tutulmamayı talep etmektedir. Yatırım yapma ihtiyacı olan çok sayıdaki ülke ile düşük karbon ekonomilerine geçiş yapmak isteyen veya geçiş yaptığını söyleyen ülkeler arasındaki dengenin çok iyi oturtulması gerekmektedir. 

Paris Anlaşması ile 2020 yılından sonra artık OECD ülkelerinin karara bağlanan yeni ihracat kredi kriterlerine göre, termik santral yatırım projelerinde kurulu gücüne bakılmaksızın sadece “ultra süper kritik” basınç ve sıcaklık kriterlerini (>240 bar, >593°C) sağlayan veya 750 gr/kWh’den daha düşük düzeyde CO2 salımı gerçekleştiren türden tasarlanmış tesislere ihracat kredisi ile finansman sağlanabilecektir. Günümüzde ultra süper kritik parametrelere göre tasarlanmış olan termik santrallerde, her bir ünitenin kapasitesi 500 MW’ın üzerinde olabilmektedir. Ayrıca ultra süper kritik santrallerde 6000-7000 kCal gibi çok yüksek kalorili ithal kömürler kullanılmaktadır. Türkiye’de hatırı sayılır miktarda bulunan yerli kömürlerin kalorileri son derece düşük olduğundan dolayı yıllar içerisinde kademeli olarak yerli kömür kullanımı durdurulacaktır. Çünkü bu kömürlerin, yeni kriterlere göre, elektrik enerjisi üretiminde kullanılması imkânsız hale gelecektir. Birkaç milyar dolarlık bu devasa projelerin yaptırılmaları kendi öz kaynaklarıyla mümkün görülmediğinden dış finansmana ihtiyaç duyulacağı ve artık kredi alma olanakları da kesileceğinden linyit kaynaklı santral projelerinin durdurulması söz konusu olacaktır.

 

Kaynakça

1.       Suriye’de Savaş Paris’de Anlaşma, Sav M. 

2.        www.unfccc.int/submissions/INDC/ 

3.        CDP Carbon Majors Report 2017, https://www.cdp.net › reports › downloads

4.     Türkiye’de Sera Gazı Emisyon Ticareti Sisteminin Kurulmasına Yönelik Yol Haritası, ÇŞB,  PMR, 2016 

5.      Küresel Atmosfer Araştırmaları Emisyon Veri Tabanı (EDGAR-Emissions Database for Global Atmospheric Research)  https://edgar.jrc.ec.europa.eu/  

6.   Ekonomik Göstergeler Merceğinden Yeni İklim Rejimi Raporu, TÜSİAD Eylül 2020, https://tusiad.org/tr/yayinlar/raporlar/item/10633-ekonomik-gostergeler-merceginden-yeni-i-klim-rejimi-raporu

7.         https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Sera-Gazi-Emisyon-Istatistikleri-1990-2020-45862

8.         www.unfccc.int­/national_reports/ 

9.         Türkiye için Düşük Karbonlu Kalkınma Yolları ve Öncelikleri, WWF-İPM\İstanbul   Politikalar  Merkezi  Raporu, 

10.       Salgın Sonrasında Enerji Dönüşümü ile Sürdürülebilir Büyüme Raporu, SHURA Enerji

Dönüşüm Merkezi, 2020

 

 NOT: Bu makale 2022 yılı Ekim ayında EPDK Enerji Uzmanları Derneği dergisinde yayınlanmıştır.



ENERJİ DEPOLAMA SİSTEMLERİNİN ÇEVRESEL VE EKONOMİK ETKİLERİ

Giriş   21. yüzyılın başından itibaren artan enerji talebi, fosil yakıt rezervlerinin sınırlılığı ve iklim değişikliğinin yol açtığı küres...