Giriş
Dünyada artan nüfusa
paralel olarak enerji ihtiyaçları da artmaktadır. Fosil kaynaklar bir müddet
sonra tükeneceğinden, bu tür yakıtlara dayalı enerji ile artık yaşamın
sürdürülebilir olmadığı farkedilmiştir. Bunun sonucu olarak ülkeler, alternatif
enerji kaynakları ve daha değişik yollar keşfetmek için birbirleri ile
yarışmaktadırlar. Büyük güçler arasında yapılan enerji yarışları sonucu yeni
ekonomiler kurulmuş, gelişen ülkeler bu yeni ekonomilere yön vermeye
başlamışlardır.
Düşük Karbon Ekonomisi; üretim yapılan herhangi bir sektörün, atmosfere
mümkün olan en az miktarda karbon (CO2) yani sera gazı salımı
vermesi ile oluşturduğu bir ekonomik yapıdır. Son dönemlerde, karbonun bir
finansal değerinin oluşması sonucu düşük karbon teknolojilerine doğru bir
yönelim başlamıştır. Uluslararası arenada oluşturulan mekanizmalar sayesinde,
ülkeler ve şirketler; Yeşil Ekonomi denilen daha çevreci bir yapılanma
içerisine girerek, hem kendileri için hem de tüm dünya için fosil yakıtlı bir
yaşamdan düşük karbon içeren enerji kaynaklı bir yaşama doğru geçiş yapmaya
başlamışlardır.
Bu yazımızda; Yeşil Ekonomi hakkında kapsamlı bilgiler verilecek olup,
dünyada oluşturulan yeni sisteme göre özellikle ülkemizin geldiği noktalar,
hedefleri ve sonuçları irdelenerek, önümüzdeki süreçte yapılacak çalışmalar ile
düşük karbonlu bir ekonomi için neler yapılması gerektiği ele alınacaktır.
Dünyaya kısa bir bakış
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) 2050 Çevre Tahmin Raporuna
(Enviromental Outlook to 2050-OECD) göre; sera etkisi oluşturan gazların
atmosfere yayılması sonucu ortalama sıcaklıkların 3 ila 6 °C yükselmesi
bekleniyor. Raporda, bu rakamların uluslararası sözleşmelerle kabul edilen
sıcaklık artışını 2 °C ile sınırlı tutma hedefinden sapma olduğuna dikkat
çekilmektedir.
OECD ülkeleri içinde yer alan gelişmiş ülkelerin, özellikle de dünyayı en
çok kirletenlerin Kyoto protokolüne taraf olmaktan kaçınmaları ve emisyon
sınırlamaları için sorumluluk almamaları, atmosfere her yıl salınan sera
gazlarının artışında büyük bir rol oynamaktadır. Neticede süper güçlerin kendi
ekonomilerini daha güçlü kılabilmek için sanayi-enerji üretimlerinden hiçbir
şekilde taviz vermemeleri, dünyayı fosil yakıtlara mahkûm etmeye devam ettirecek
gibi gözükmektedir. Başta AB olmak üzere Amerika ve Çin gibi gelişmiş
ülkelerdeki alternatif enerji kaynağı arayışları ve yenilenebilir enerji
kaynaklarına az da olsa yönelim gösterilmesinin yeterli gelmediği, farklı
platformlarda ve enerji konulu raporlarda belirtilmektedir.
Örneğin bir adına da Desertec planı denilen, dünya üzerinde planlanmış en
büyük yenilenebilir enerji projesi; AB’nin şu anki emisyon azaltımını ve enerji
arz güvenliğini sağlayabilecek önemli bir proje olarak görülmektedir. Akdeniz
Birliği projesi olan Akdeniz Güneş Planı ile Akdeniz’in güney kesimlerinde yani
Kuzey Afrika çöllerinde 20 GW’lık bir kapasite oluşturularak, Akdeniz
havzasında yer alan ülkelerin yenilenebilir enerji payının artırılması ve
böylece enerji taleplerinin karşılanması düşünülmüştür. Bu tür devasa
projelerin geliştirilmesi ile düşük karbonlu bir hayata geçmek, kirletilen
dünyayı kirlenmekten koruyabilmek ve atmosfere salınan sera gazlarını
sınırlandırarak, sıcaklık artışlarının önüne geçmek pekâlâ mümkündür. Aksi
taktirde fosil yakıtlara dayalı ülke ekonomileri ve enerji arz açıkları düşük
karbonlu bir ekonomiye geçişi hep engelleyecektir.
Ülkemizdeki Geliş(eme)meler
2011 yılında
G. Afrika'nın Durban şehrinde gerçekleştirilen İklim Değişikliği konferansında;
önceden iklim değişikliği performans endeksinde 50. sırada olan Türkiye'nin 58.
sıraya gerilediği belirtilmiştir. Bu performansa en çok etki eden sektörlerin
başında enerji sektörü gelmektedir. Çünkü enerji sektörü; artan elektrik ve
sanayi üretimi için yakıt yakılması sonucu oluşan emisyonlarıyla Türkiye’nin
başlıca sera gazı emisyon kaynağı olan sektördür. Mevcut durumdaki
ülkemiz cari işlemler açığında en büyük payı da enerji oluşturmaktadır. Bu
gerçeklilik paralelinde, enerji ithalat faturalarının önceki yıllara
göre çok yüksek artışlar göstermesi ve dış ülkelere olan enerji bağımlılığı
gibi nedenlerimiz; ülkemizin düşük karbon ekonomisine geçmesinin gerekliliğini
bizlere göstermektedir.
Türkiye, her yıl
Sera Gazı Emisyon Envanteri ve Raporunu, yaklaşık her dört yılda bir İklim
Değişikliği Ulusal Bildirimini BMİDÇS Sekretaryası’na sunmaktadır. Ülkemiz 2010
yılına ait son sera gazı emisyon envanter raporunu 16 Nisan 2012 gibi çok yeni
bir tarihte Sekretarya’ya sunmuştur. Sunulan rapora göre; 2010 yılı sera gazı
salımları bir önceki yıla göre % 8,7 artış göstererek 401,9 milyon tona
ulaşmıştır. (2009 yılı emisyon miktarı; 369,65 milyon ton) Emisyonlarda 1990
yılına göre ise % 115 artış olduğu görülmektedir [1]. (1990 yılı emisyon miktarımız;
170,06 milyon ton) Kyoto Protokolü'ne taraf olan ülkeler 2012 yılı
emisyonlarını referans yıl olarak kabul edilen 1990 yılına göre % 5, AB
ülkeleri ise % 8 düşürmeyi taahhüt etmişlerdir. Hal böyle iken Protokolde
herhangi bir sorumluluk almayan ülkemiz, emisyonlarını referans yıla göre
düşürmenin aksine oldukça fazla arttırdığı görülmektedir. Ancak bu konuda
altının çizilmesi gereken önemli bir nokta da ülkemizin gelişmekte olan
ülkeler içerisinde yer almış olduğudur. Haliyle Türkiye'nin, üretim tesislerini
artırarak ekonomik bir kalkınma gerçekleştirebilmesi için zorunlu bazı
çalışmalar yapması gerekmektedir. Dolayısıyla gelişmekte olan her ülkenin
gelişmesini tamamlayana kadar enerjiden sanayiye kadar tüm yatırımlarına hız
vermesinden daha doğal bir şey bulunmamaktadır.
Raporda dikkat
edilecek diğer bir nokta; 2009 yılı Enerji alanındaki salım miktarı 278,33 mton
iken, 2010 yılında 285,07 mton olmasıdır. 2010 yılı toplam emisyonlarının %
70,9 'unu enerji sektörü oluşturmaktadır. Kişi başına düşen CO2
eşdeğeri salım miktarı 5,13 tondan 5,51 tona ulaşmıştır [1]. Bu oran diğer OECD ülkeleri
içerisinde yine en düşük kişi başı salım miktarı olarak durmaktadır. Zira bu
oranlar; Amerika için 16,9, AB için 10,2, OECD ülkeleri ortalaması 15 ton CO2'
dir.
2010 yılı sera gazı
salımlarındaki artış; yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği gibi iklim
dostu kaynakların ülke çapında yeterince geliştirilemediği, bunun sonucu olarak
düşük karbon ekonomisinin hayata geçirilmesi için hala zamana ihtiyaç olduğu
anlamına gelmektedir. Tüm bu sonuçlara bakarak, ülkemizde fosil yakıtlı enerji
kaynaklarının, geçmişte olduğu gibi hala ağırlığını koruyabildiği görülmüştür: En basit örneği ile EPDK verilerine göre;
2011 yılında yaklaşık 3600 MW'lık bir kapasitenin üretime geçtiği, bu
kapasitenin ise ancak 710 MW'lık kısmının yenilenebilir enerji kaynaklı olduğu
gerçeğidir. Her sene yapılan kapasite artışları içerisindeki düşük oranlı
yenilenebilir enerji payları, ülkemizin düşük karbon ekonomisine geçiş sürecini
yavaşlatmaktadır.
Ülkemizde son 20 yılda doğalgaz kullanımında
önemli bir artış görülmektedir. Neticesinde, doğalgazın karbon içeriğinin düşük
olması ve tam yanma sağladığı için enerji üretiminden kaynaklanan karbondioksit
artış eğilimi düşmüştür. Kamu'ya ait fuel-oil ile çalıştırılan termik
santrallerde yakıt dönüşümü yapılarak, santrallerin daha ucuz ve daha temiz
yakıt olan doğal gaz ile çalıştırılması sağlanmaktadır. EPDK verilerine göre
her yıl üretime geçen santrallerin büyük çoğunluğunu doğal gaz santralleri
oluşturmakta, yıllık üretim miktarlarında ise doğal gaz santrallerinin büyük
ağırlığı olduğu belirtilmektedir. (Aralık 2011 itibariyle kapasitenin % 36'sı,
üretimin % 54'ü doğal gaz santrallerinden) Ancak ülkemizin doğal gaz tedariği
konusunda % 98 oranında dışa bağımlı olduğu düşünülürse, bu enerji kaynağının
arz güvenliği ve cari açık konularında hem enerji hem de ekonomi alanlarında en
büyük dezavantajımız olduğu görülmektedir.
Dünyada olduğu gibi ülkemiz için de kömür
kullanımından kaynaklanan emisyonların sıfırlanması yakın dönemde mümkün
görülmemektedir. Dünyada ve Türkiye’de bu üretim şeklinin devamından yana bir
eğilim vardır ve uzun bir dönem devam etmesi söz konusudur. Kamu'ya ait termik santrallerde, yıllar
içerisinde verim düşüşleri ve eski teknoloji kullanımları olduğundan, özellikle
kömürle elektrik üretimi yapan santraller için Rehabilitasyonlar; düşünülmesi
gereken bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Yapılan iyileştirmelerle santral
verimliliklerinin artırılması amaçlanmaktadır. Gelişmiş teknolojilerde; verimliliğin
yüksek olması, birim elektrik enerjisi üretimi için kullanılan yakıt miktarını
düşürmekte ve dolayısıyla, birim elektrik enerjisi başına düşen CO2 emisyonlarının azalmasına neden olmaktadır. Tecrübelere göre; elektrik enerjisi
üretiminde, verimliliğin % 1 artırılması, emisyonlarda % 2-2,5 dolayında bir
azalma sağlayabilmektedir.
Ülkemize Düşük
Karbon Ekonomisi Kazandıracak Basamaklar
- Karbon yoğun faaliyetlerden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının izlenmesine, doğrulanmasına ve raporlanmasına dair usul ve esasları düzenleyen Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkındaki Yönetmelik 25 Nisan 2012 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelik Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca (ÇŞB), Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü'nün ilgili hükümlerine dayanılarak hazırlanmıştır. Emisyonların izleme yükümlülüğü 2015 yılında, raporlama yükümlülüğü ise 2016 yılında yürürlüğe girmektedir. Çok kısa bir süre önce hazırlanan yönetmelik, ülkemizin AB Emisyon Ticaret Sistemi'nin (ETS) alt yapısına uyumlaştırılması yönünde önemli bir basamak olmaktadır.
- Ayrıca ÇŞB tarafından hazırlanan sera gazı emisyon azaltımı sağlayan projelere ilişkin sicil işlemleri tebliği 07.08.2010 tarih ve 27665 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu tebliğ ile; iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında sera gazlarının azaltılması, sınırlandırılması ve yutak alanların artırılması amacıyla gönüllü karbon piyasalarına yönelik geliştirilen ve yürütülen projelerin kayıt altına alınması hedeflenmiştir.
- Ülkemiz, emsiyon azaltımları konusunda herhangi bir yükümlülük almadığı için Kyoto mekanizmalarından yararlanamamaktadır. Her ne kadar Kyoto mekanizmalarından yararlanamasa da, şirketler Kyoto mekanizma ve metodolojilerini temel alan bazı uluslararası sivil toplum örgütlerine ait standartlar sayesinde 'Gönüllü Karbon Piyasası'ndan yararlanabilmektedir. Bu bağlamda ülkemiz, gönüllü karbon piyasalarında işlem gören ilk projesini 2005 yılında uygulamaya başlatmış ve o günden bu yana 170’ i aşkın gönüllü karbon projesi ile bu mücadeleye katkı vermeye devam etmektedir. Söz konusu projelerle yıllık 10-12 milyon ton CO2 eşdeğeri emisyon azaltımı gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir. Özel sektördeki firmalar para kazanmak veya gerçekleştirdikleri emisyon azaltımını sertifikalandırmak için bu piyasaya girmek istemektedirler. Bazen satma amacı olmasa bile, ileride grup bünyesindeki başka tesislerde ihtiyaç duyabilecekleri gerekçesiyle sertifikalandırma amaçları da olabilmektedir. Türkiye'deki projeler sadece sosyal sorumluluk kapsamında, emisyonlarını azaltmak isteyen Kuruluşlar tarafından satın alınmaktadır. Satın alan Kuruluşlar da bunları bir pazarlama aracı olarak kullanabilmektedirler.
- Gönüllü Karbon Piyasasında işlem gören bir Kamu Kuruluşu henüz bulunmamaktadır. Ancak Enerji Bakanlığı-Elektrik Üretim A.Ş bünyesinde işletilen Kamu'ya ait 14 adet termik santralden alınan atık ısılarla kentsel ısıtma yapılmak üzere TÜBİTAK ile ortak bir çalışma başlatılmıştır. EÜAŞ Genel Müdürlüğünce söz konusu TSAD (Termik Santrallerin Atık Isılarının Değerlendirilmesiyle Kentsel Isıtma) projesinden kazanılan emisyon azaltımının gönüllü karbon pazarında ticaretinin yapılabilmesi için “Gold Standart” tarafından sertifikalandırılması yönünde 2011 yılı sonunda çalışmalar başlatılmıştır.
- Benzer şekilde; yine Enerji Bakanlığı-EÜAŞ Genel Müdürlüğünce Birecik Hidroelektrik Santral sahasında Maliye Bakanlığı’na ait kamulaştırması yapılmış olan Hazine arazisinde pilot tesis olarak 10-15 MW gücünde bir güneş enerjisi santralı kurulması için çalışmalar başlatılmıştır. Kurulacak olan güneş santral projesinin fizibilitesinde karbon azaltım amacının ve potansiyelinin yer alması yönünde girişimlerde de bulunulmuştur.
- Tüm bu çalışmalara ilaveten Yutak Envanterine de katkıda bulunacak olan termik tesisler bünyesinde serbest ağaç dikimi yanında, ağırlıklı olarak kül cüruf serili alanların üzerinin toprakla kapatılarak, sahaların kazanılması çalışmaları da sürdürülmektedir.
- Ülkemizde Ulusal Yeşil Satın Alım Komisyonu oluşturularak; özellikle Kamu'da mal, hizmet ve yapım satın alımlarında insan sağlığı ve çevre üzerinde olumsuz etkileri en düşük olacak seçeneklerin tercih edilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. AB’de Sürdürülebilir Kamu alımları ile ilgili çok sayıda düzenleme bulunmaktadır. 2004 yılında yayınlanan AB Direktifi'nde çevreci alımları teşvik eden ama zorlayıcı olmayan geniş bir perspektif sunulmaktadır. AB’de çevre konusunda öncü ülkeler (Green-7); Avusturya, İsveç, İngiltere, Finlandiya, Danimarka, Almanya ve Hollanda, AB dışında; ABD, Japonya, Kanada, G.Kore, Birlemiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü ve OECD ülkelerinde oldukça fazla düzenlemeler bulunmaktadır. Ülkemize bakıldığında, 4734 sayılı Kamu İhale Yasasında AB Direktifi ile uyumlu düzenleme bulunmamaktadır. Ancak Türkiye; Yeşil Satın Alım Politikaları'nı uygulamaya koymaya hazırlanarak, bu çalışmaları yeni yeni başlatmıştır.
- Ülkemizde düşük karbon üretimine destek olabilecek çalışmaların başında nükleer tesislerin kurulması gelmektedir. Fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkan sera gazlarının, Mersin ve Sinop'ta kurulması düşünülen nükleer santraller sayesinde atmosfere salınmayacağı gerçeği, ülkemizin Yeşil Ekonomiye geçiş basamaklarından biri olduğu için çok önemlidir. Zira, 1 kg uranyumdan elde edilen enerji için 3.000.000 kg kömür veya 2.700.000 litre petrol gerekmektedir. Bu nedenle Nükleer Enerjinin, iklim değişikliklerine sebep olan atmosferdeki sera gazı konsantrasyonlarının azaltılmasında büyük rolü bulunmaktadır [2].
- Ülkemizde yapılan ve üzerinde durulması gereken son çalışma; Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan İstanbul Uluslararası Finans Strateji Belgesi’ne istinaden Yüksek Planlama Kurulu tarafından kabul edilen İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Stratejisi ve Eylem Planının Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olmasıdır. Bu Strateji ve Eylem Planının vizyonu, İstanbul’un öncelikli olarak bölgesel, ardından ise küresel bir finans merkezi haline getirilmesidir. Strateji ve Eylem Planı, enerji santralleri konusunda karbon salımı ile ilgili önemli önceliklere sahiptir. Bu amaca ulaşmak için yapılması gerekenler arasında özellikle termik santralleri çok yakından ilgilendiren enerji ve karbon borsalarının oluşturulması da yer almaktadır. Buna ek olarak, Planın 34 no’lu eyleminde, karbon piyasası oluşturulması için sürecin 2012 yılında başlayıp 2015 yılında tamamlanması öngörülmektedir. Bu konudaki sorumlu Kuruluş İstanbul Altın Borsası (İAB) olmakla birlikte, işbirliği yapılacak Kurum ve Kuruluşlar; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sermaye Piyasası Kurulu, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, Takasbank ve Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası A.Ş. (VOB) olarak belirlenmiştir.SonuçDüşük Karbon Ekonomisi veya Yeşil Ekonomi dediğimiz yeni kavram; enerji ve ekonomi çevrelerinde yeni konsept oluşturmuştur. AB ve gelişmiş dünya ülkeleri bu ekonomi içerisinde yerini almışken, ülkemizin bu çemberin dışında kalması veya gelişmeleri uzaktan izlemesi mümkün değildir. Dolayısıyla, ülkemizde yürütülen iklim değişikliği ve düşük karbon ekonomileri çalışmalarında; enerji sektörü için enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynak paylarının artırılması, sanayide ve elektrik üretiminde belirlenen hedeflere ulaşabilmek amacıyla Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi, uygun teşviklerin verilerek ekonomik araçların geliştirilmesi önem arz etmektedir.Ülkemizin Yeşil Ekonomiye geçişi için zamana, kararlılığa ve istikrara ihtiyacı bulunmaktadır. Dünya ülkelerinin 2050 yılı sonrası için yaptığı çalışmalara dahil olmak ve yeni kurulacak ekonomiye yön verecek sağlam bir iradenin hem Kamu hem de özel sektörümüzde yeterli oranda bulunduğunu söylemek zor olmasa gerek...Mücahit SAV / Makine Yüksek MühendisiEÜAŞ Genel Müdürlüğü Çevre ve Kamulaştırma Daire BaşkanlığıKaynaklar1.http://unfccc.int/national_reports/annex_i_ghg_inventories/national inventories_submissions/items/6598.php)2. Türkiye Enerji Ajandası 2011, Sektörel Fuarcılık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder