7 Aralık 2015 Pazartesi

Düşük Karbon Ekonomisi


Giriş



Dünyada artan nüfusa paralel olarak enerji ihtiyaçları da artmaktadır. Fosil kaynaklar bir müddet sonra tükeneceğinden, bu tür yakıtlara dayalı enerji ile artık yaşamın sürdürülebilir olmadığı farkedilmiştir. Bunun sonucu olarak ülkeler, alternatif enerji kaynakları ve daha değişik yollar keşfetmek için birbirleri ile yarışmaktadırlar. Büyük güçler arasında yapılan enerji yarışları sonucu yeni ekonomiler kurulmuş, gelişen ülkeler bu yeni ekonomilere yön vermeye başlamışlardır.

Düşük Karbon Ekonomisi; üretim yapılan herhangi bir sektörün, atmosfere mümkün olan en az miktarda karbon (CO2) yani sera gazı salımı vermesi ile oluşturduğu bir ekonomik yapıdır. Son dönemlerde, karbonun bir finansal değerinin oluşması sonucu düşük karbon teknolojilerine doğru bir yönelim başlamıştır. Uluslararası arenada oluşturulan mekanizmalar sayesinde, ülkeler ve şirketler; Yeşil Ekonomi denilen daha çevreci bir yapılanma içerisine girerek, hem kendileri için hem de tüm dünya için fosil yakıtlı bir yaşamdan düşük karbon içeren enerji kaynaklı bir yaşama doğru geçiş yapmaya başlamışlardır.

 

Bu yazımızda; Yeşil Ekonomi hakkında kapsamlı bilgiler verilecek olup, dünyada oluşturulan yeni sisteme göre özellikle ülkemizin geldiği noktalar, hedefleri ve sonuçları irdelenerek, önümüzdeki süreçte yapılacak çalışmalar ile düşük karbonlu bir ekonomi için neler yapılması gerektiği ele alınacaktır.

 

Dünyaya kısa bir bakış



Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) 2050 Çevre Tahmin Raporuna (Enviromental Outlook to 2050-OECD) göre; sera etkisi oluşturan gazların atmosfere yayılması sonucu ortalama sıcaklıkların 3 ila 6 °C yükselmesi bekleniyor. Raporda, bu rakamların uluslararası sözleşmelerle kabul edilen sıcaklık artışını 2 °C ile sınırlı tutma hedefinden sapma olduğuna dikkat çekilmektedir.

 

OECD ülkeleri içinde yer alan gelişmiş ülkelerin, özellikle de dünyayı en çok kirletenlerin Kyoto protokolüne taraf olmaktan kaçınmaları ve emisyon sınırlamaları için sorumluluk almamaları, atmosfere her yıl salınan sera gazlarının artışında büyük bir rol oynamaktadır. Neticede süper güçlerin kendi ekonomilerini daha güçlü kılabilmek için sanayi-enerji üretimlerinden hiçbir şekilde taviz vermemeleri, dünyayı fosil yakıtlara mahkûm etmeye devam ettirecek gibi gözükmektedir. Başta AB olmak üzere Amerika ve Çin gibi gelişmiş ülkelerdeki alternatif enerji kaynağı arayışları ve yenilenebilir enerji kaynaklarına az da olsa yönelim gösterilmesinin yeterli gelmediği, farklı platformlarda ve enerji konulu raporlarda belirtilmektedir.

 

Örneğin bir adına da Desertec planı denilen, dünya üzerinde planlanmış en büyük yenilenebilir enerji projesi; AB’nin şu anki emisyon azaltımını ve enerji arz güvenliğini sağlayabilecek önemli bir proje olarak görülmektedir. Akdeniz Birliği projesi olan Akdeniz Güneş Planı ile Akdeniz’in güney kesimlerinde yani Kuzey Afrika çöllerinde 20 GW’lık bir kapasite oluşturularak, Akdeniz havzasında yer alan ülkelerin yenilenebilir enerji payının artırılması ve böylece enerji taleplerinin karşılanması düşünülmüştür. Bu tür devasa projelerin geliştirilmesi ile düşük karbonlu bir hayata geçmek, kirletilen dünyayı kirlenmekten koruyabilmek ve atmosfere salınan sera gazlarını sınırlandırarak, sıcaklık artışlarının önüne geçmek pekâlâ mümkündür. Aksi taktirde fosil yakıtlara dayalı ülke ekonomileri ve enerji arz açıkları düşük karbonlu bir ekonomiye geçişi hep engelleyecektir.

 

Ülkemizdeki Geliş(eme)meler

2011 yılında G. Afrika'nın Durban şehrinde gerçekleştirilen İklim Değişikliği konferansında; önceden iklim değişikliği performans endeksinde 50. sırada olan Türkiye'nin 58. sıraya gerilediği belirtilmiştir. Bu performansa en çok etki eden sektörlerin başında enerji sektörü gelmektedir. Çünkü enerji sektörü; artan elektrik ve sanayi üretimi için yakıt yakılması sonucu oluşan emisyonlarıyla Türkiye’nin başlıca sera gazı emisyon kaynağı olan sektördür. Mevcut durumdaki ülkemiz cari işlemler açığında en büyük payı da enerji oluşturmaktadır. Bu gerçeklilik paralelinde, enerji ithalat faturalarının önceki yıllara göre çok yüksek artışlar göstermesi ve dış ülkelere olan enerji bağımlılığı gibi nedenlerimiz; ülkemizin düşük karbon ekonomisine geçmesinin gerekliliğini bizlere göstermektedir.

Türkiye, her yıl Sera Gazı Emisyon Envanteri ve Raporunu, yaklaşık her dört yılda bir İklim Değişikliği Ulusal Bildirimini BMİDÇS Sekretaryası’na sunmaktadır. Ülkemiz 2010 yılına ait son sera gazı emisyon envanter raporunu 16 Nisan 2012 gibi çok yeni bir tarihte Sekretarya’ya sunmuştur. Sunulan rapora göre; 2010 yılı sera gazı salımları bir önceki yıla göre % 8,7 artış göstererek 401,9 milyon tona ulaşmıştır. (2009 yılı emisyon miktarı; 369,65 milyon ton) Emisyonlarda 1990 yılına göre ise % 115 artış olduğu görülmektedir [1]. (1990 yılı emisyon miktarımız; 170,06 milyon ton) Kyoto Protokolü'ne taraf olan ülkeler 2012 yılı emisyonlarını referans yıl olarak kabul edilen 1990 yılına göre % 5, AB ülkeleri ise % 8 düşürmeyi taahhüt etmişlerdir. Hal böyle iken Protokolde herhangi bir sorumluluk almayan ülkemiz, emisyonlarını referans yıla göre düşürmenin aksine oldukça fazla arttırdığı görülmektedir. Ancak bu konuda altının çizilmesi gereken önemli bir nokta da ülkemizin gelişmekte olan ülkeler içerisinde yer almış olduğudur. Haliyle Türkiye'nin, üretim tesislerini artırarak ekonomik bir kalkınma gerçekleştirebilmesi için zorunlu bazı çalışmalar yapması gerekmektedir. Dolayısıyla gelişmekte olan her ülkenin gelişmesini tamamlayana kadar enerjiden sanayiye kadar tüm yatırımlarına hız vermesinden daha doğal bir şey bulunmamaktadır.

Raporda dikkat edilecek diğer bir nokta; 2009 yılı Enerji alanındaki salım miktarı 278,33 mton iken, 2010 yılında 285,07 mton olmasıdır. 2010 yılı toplam emisyonlarının % 70,9 'unu enerji sektörü oluşturmaktadır. Kişi başına düşen CO2 eşdeğeri salım miktarı 5,13 tondan 5,51 tona ulaşmıştır [1]. Bu oran diğer OECD ülkeleri içerisinde yine en düşük kişi başı salım miktarı olarak durmaktadır. Zira bu oranlar; Amerika için 16,9, AB için 10,2, OECD ülkeleri ortalaması 15 ton CO2' dir.

2010 yılı sera gazı salımlarındaki artış; yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği gibi iklim dostu kaynakların ülke çapında yeterince geliştirilemediği, bunun sonucu olarak düşük karbon ekonomisinin hayata geçirilmesi için hala zamana ihtiyaç olduğu anlamına gelmektedir. Tüm bu sonuçlara bakarak, ülkemizde fosil yakıtlı enerji kaynaklarının, geçmişte olduğu gibi hala ağırlığını koruyabildiği görülmüştür: En basit örneği ile EPDK verilerine göre; 2011 yılında yaklaşık 3600 MW'lık bir kapasitenin üretime geçtiği, bu kapasitenin ise ancak 710 MW'lık kısmının yenilenebilir enerji kaynaklı olduğu gerçeğidir. Her sene yapılan kapasite artışları içerisindeki düşük oranlı yenilenebilir enerji payları, ülkemizin düşük karbon ekonomisine geçiş sürecini yavaşlatmaktadır.

Ülkemizde son 20 yılda doğalgaz kullanımında önemli bir artış görülmektedir. Neticesinde, doğalgazın karbon içeriğinin düşük olması ve tam yanma sağladığı için enerji üretiminden kaynaklanan karbondioksit artış eğilimi düşmüştür. Kamu'ya ait fuel-oil ile çalıştırılan termik santrallerde yakıt dönüşümü yapılarak, santrallerin daha ucuz ve daha temiz yakıt olan doğal gaz ile çalıştırılması sağlanmaktadır. EPDK verilerine göre her yıl üretime geçen santrallerin büyük çoğunluğunu doğal gaz santralleri oluşturmakta, yıllık üretim miktarlarında ise doğal gaz santrallerinin büyük ağırlığı olduğu belirtilmektedir. (Aralık 2011 itibariyle kapasitenin % 36'sı, üretimin % 54'ü doğal gaz santrallerinden) Ancak ülkemizin doğal gaz tedariği konusunda % 98 oranında dışa bağımlı olduğu düşünülürse, bu enerji kaynağının arz güvenliği ve cari açık konularında hem enerji hem de ekonomi alanlarında en büyük dezavantajımız olduğu görülmektedir.

Dünyada olduğu gibi ülkemiz için de kömür kullanımından kaynaklanan emisyonların sıfırlanması yakın dönemde mümkün görülmemektedir. Dünyada ve Türkiye’de bu üretim şeklinin devamından yana bir eğilim vardır ve uzun bir dönem devam etmesi söz konusudur.      Kamu'ya ait termik santrallerde, yıllar içerisinde verim düşüşleri ve eski teknoloji kullanımları olduğundan, özellikle kömürle elektrik üretimi yapan santraller için Rehabilitasyonlar; düşünülmesi gereken bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Yapılan iyileştirmelerle santral verimliliklerinin artırılması amaçlanmaktadır. Gelişmiş teknolojilerde; verimliliğin yüksek olması, birim elektrik enerjisi üretimi için kullanılan yakıt miktarını düşürmekte ve dolayısıyla, birim elektrik enerjisi başına düşen CO2 emisyonlarının azalmasına neden olmaktadır. Tecrübelere göre; elektrik enerjisi üretiminde, verimliliğin % 1 artırılması, emisyonlarda % 2-2,5 dolayında bir azalma sağlayabilmektedir.

Ülkemize Düşük Karbon Ekonomisi Kazandıracak Basamaklar

  • Karbon yoğun faaliyetlerden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının izlenmesine, doğrulanmasına ve raporlanmasına dair usul ve esasları düzenleyen Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkındaki Yönetmelik 25 Nisan 2012 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yönetmelik Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca (ÇŞB), Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü'nün ilgili hükümlerine dayanılarak hazırlanmıştır. Emisyonların izleme yükümlülüğü 2015 yılında, raporlama yükümlülüğü ise 2016 yılında yürürlüğe girmektedir. Çok kısa bir süre önce hazırlanan yönetmelik, ülkemizin AB Emisyon Ticaret Sistemi'nin (ETS) alt yapısına uyumlaştırılması yönünde önemli bir basamak olmaktadır.

  • Ayrıca ÇŞB tarafından hazırlanan sera gazı emisyon azaltımı sağlayan projelere ilişkin sicil işlemleri tebliği 07.08.2010 tarih ve 27665 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Söz konusu tebliğ ile; iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında sera gazlarının azaltılması, sınırlandırılması ve yutak alanların artırılması amacıyla gönüllü karbon piyasalarına yönelik geliştirilen ve yürütülen projelerin kayıt altına alınması hedeflenmiştir.

  • Ülkemiz, emsiyon azaltımları konusunda herhangi bir yükümlülük almadığı için Kyoto mekanizmalarından yararlanamamaktadır. Her ne kadar Kyoto mekanizmalarından yararlanamasa da, şirketler Kyoto mekanizma ve metodolojilerini temel alan bazı uluslararası sivil toplum örgütlerine ait standartlar sayesinde 'Gönüllü Karbon Piyasası'ndan yararlanabilmektedir. Bu bağlamda ülkemiz, gönüllü karbon piyasalarında işlem gören ilk projesini 2005 yılında uygulamaya başlatmış ve o günden bu yana 170’ i aşkın gönüllü karbon projesi ile bu mücadeleye katkı vermeye devam etmektedir. Söz konusu projelerle yıllık 10-12 milyon ton CO2 eşdeğeri emisyon azaltımı gerçekleştirildiği tahmin edilmektedir. Özel sektördeki firmalar para kazanmak veya gerçekleştirdikleri emisyon azaltımını sertifikalandırmak için bu piyasaya girmek istemektedirler. Bazen satma amacı olmasa bile, ileride grup bünyesindeki başka tesislerde ihtiyaç duyabilecekleri gerekçesiyle sertifikalandırma amaçları da olabilmektedir. Türkiye'deki projeler sadece sosyal sorumluluk kapsamında, emisyonlarını azaltmak isteyen Kuruluşlar tarafından satın alınmaktadır. Satın alan Kuruluşlar da bunları bir pazarlama aracı olarak kullanabilmektedirler.

  • Gönüllü Karbon Piyasasında işlem gören bir Kamu Kuruluşu henüz bulunmamaktadır. Ancak Enerji Bakanlığı-Elektrik Üretim A.Ş bünyesinde işletilen Kamu'ya ait 14 adet termik santralden alınan atık ısılarla kentsel ısıtma yapılmak üzere TÜBİTAK ile ortak bir çalışma başlatılmıştır. EÜAŞ Genel Müdürlüğünce söz konusu TSAD (Termik Santrallerin Atık Isılarının Değerlendirilmesiyle Kentsel Isıtma) projesinden kazanılan emisyon azaltımının gönüllü karbon pazarında ticaretinin yapılabilmesi için “Gold Standart” tarafından sertifikalandırılması yönünde 2011 yılı sonunda çalışmalar başlatılmıştır.  
  • Benzer şekilde; yine Enerji Bakanlığı-EÜAŞ Genel Müdürlüğünce Birecik Hidroelektrik Santral sahasında Maliye Bakanlığı’na ait kamulaştırması yapılmış olan Hazine arazisinde pilot tesis olarak 10-15 MW gücünde bir güneş enerjisi santralı kurulması için çalışmalar başlatılmıştır. Kurulacak olan güneş santral projesinin fizibilitesinde karbon azaltım amacının ve potansiyelinin yer alması yönünde girişimlerde de bulunulmuştur.
  • Tüm bu çalışmalara ilaveten Yutak Envanterine de katkıda bulunacak olan termik tesisler bünyesinde serbest ağaç dikimi yanında, ağırlıklı olarak kül cüruf serili alanların üzerinin toprakla kapatılarak, sahaların kazanılması çalışmaları da sürdürülmektedir.
  • Ülkemizde Ulusal Yeşil Satın Alım Komisyonu oluşturularak; özellikle Kamu'da mal, hizmet ve yapım satın alımlarında insan sağlığı ve çevre üzerinde olumsuz etkileri en düşük olacak seçeneklerin tercih edilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. AB’de Sürdürülebilir Kamu alımları ile ilgili çok sayıda düzenleme bulunmaktadır. 2004 yılında yayınlanan AB Direktifi'nde çevreci alımları teşvik eden ama zorlayıcı olmayan geniş bir perspektif sunulmaktadır. AB’de çevre konusunda öncü ülkeler (Green-7); Avusturya, İsveç, İngiltere, Finlandiya, Danimarka, Almanya ve Hollanda, AB dışında; ABD, Japonya, Kanada, G.Kore, Birlemiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü ve OECD ülkelerinde oldukça fazla düzenlemeler bulunmaktadır. Ülkemize bakıldığında, 4734 sayılı Kamu İhale Yasasında AB Direktifi ile uyumlu düzenleme bulunmamaktadır. Ancak Türkiye; Yeşil Satın Alım Politikaları'nı uygulamaya koymaya hazırlanarak, bu çalışmaları yeni yeni başlatmıştır.
  • Ülkemizde düşük karbon üretimine destek olabilecek çalışmaların başında nükleer tesislerin kurulması gelmektedir. Fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkan sera gazlarının, Mersin ve Sinop'ta kurulması düşünülen nükleer santraller sayesinde atmosfere salınmayacağı gerçeği, ülkemizin Yeşil Ekonomiye geçiş basamaklarından biri olduğu için çok önemlidir. Zira, 1 kg uranyumdan elde edilen enerji için 3.000.000 kg kömür veya 2.700.000 litre petrol gerekmektedir. Bu nedenle Nükleer Enerjinin, iklim değişikliklerine sebep olan atmosferdeki sera gazı konsantrasyonlarının azaltılmasında büyük rolü bulunmaktadır [2].
  • Ülkemizde yapılan ve üzerinde durulması gereken son çalışma; Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan İstanbul Uluslararası Finans Strateji Belgesi’ne istinaden Yüksek Planlama Kurulu tarafından kabul edilen İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Stratejisi ve Eylem Planının Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olmasıdır. Bu Strateji ve Eylem Planının vizyonu, İstanbul’un öncelikli olarak bölgesel, ardından ise küresel bir finans merkezi haline getirilmesidir. Strateji ve Eylem Planı, enerji santralleri konusunda karbon salımı ile ilgili önemli önceliklere sahiptir. Bu amaca ulaşmak için yapılması gerekenler arasında özellikle termik santralleri çok yakından ilgilendiren enerji ve karbon borsalarının oluşturulması da yer almaktadır. Buna ek olarak, Planın 34 no’lu eyleminde, karbon piyasası oluşturulması için sürecin 2012 yılında başlayıp 2015 yılında tamamlanması öngörülmektedir. Bu konudaki sorumlu Kuruluş İstanbul Altın Borsası (İAB) olmakla birlikte, işbirliği yapılacak Kurum ve Kuruluşlar; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Sermaye Piyasası Kurulu, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, Takasbank ve Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası A.Ş. (VOB) olarak belirlenmiştir.
    Sonuç
    Düşük Karbon Ekonomisi veya Yeşil Ekonomi dediğimiz yeni kavram; enerji ve ekonomi çevrelerinde yeni konsept oluşturmuştur. AB ve gelişmiş dünya ülkeleri bu ekonomi içerisinde yerini almışken, ülkemizin bu çemberin dışında kalması veya gelişmeleri uzaktan izlemesi mümkün değildir. Dolayısıyla, ülkemizde yürütülen iklim değişikliği ve düşük karbon ekonomileri çalışmalarında; enerji sektörü için enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynak paylarının artırılması, sanayide ve elektrik üretiminde belirlenen hedeflere ulaşabilmek amacıyla Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi, uygun teşviklerin verilerek ekonomik araçların geliştirilmesi önem arz etmektedir.
    Ülkemizin Yeşil Ekonomiye geçişi için zamana, kararlılığa ve istikrara ihtiyacı bulunmaktadır. Dünya ülkelerinin 2050 yılı sonrası için yaptığı çalışmalara dahil olmak ve yeni kurulacak ekonomiye yön verecek sağlam bir iradenin hem Kamu hem de özel sektörümüzde yeterli oranda bulunduğunu söylemek zor olmasa gerek...                                                                                       
    Mücahit SAV / Makine Yüksek Mühendisi
    EÜAŞ Genel Müdürlüğü Çevre ve Kamulaştırma Daire Başkanlığı
     
    Kaynaklar
    2. Türkiye Enerji Ajandası 2011, Sektörel Fuarcılık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ENERJİ DEPOLAMA SİSTEMLERİNİN ÇEVRESEL VE EKONOMİK ETKİLERİ

Giriş   21. yüzyılın başından itibaren artan enerji talebi, fosil yakıt rezervlerinin sınırlılığı ve iklim değişikliğinin yol açtığı küres...