8 Aralık 2015 Salı

ELEKTRİKTE ÖZELLEŞTRİMELER SÜRECİ

      

GİRİŞ

Son yıllarda enerji sektörüne özelleştirmeler damgasını vurdu. Zira dağıtım ve üretim özelleştirmeleri büyük bir hızla devam ediyor. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), halen devlet elinde bulunan Elektrik Üretimi Anonim Şirketi’ne (EÜAŞ) ait enerji üretim tesisleri ve Elektrik Dağıtım A.Ş.’e (TEDAŞ) ait dağıtım tesislerinin özelleştirilmesi için çalışmalarını hızlı bir şekilde sürdürmektedir.

Üretim özelleştirmelerinde; 19 bölgeye ayrılan 52 HES’in özelleştirilmesi gerçekleştirildi. Bunların yanında öncelikli 4 termik üretim tesisinin portföy gruplarından ayrı olarak özelleştirilme kararı doğrultusunda çalışmalar büyük bir hızla sürmektedir. (Bu tesisler Hamitabat (1.120 MW), Soma A-B (1.034 MW), Çan (320 MW) ve Seyitömer (600 MW) ) İlk sırada Hamitabat Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş.’nin özelleştirme programına alınarak söz konusu tesisin 2012 yılı sonuna kadar özelleştirilmesi bulunmaktadır. Diğer 13 termik santralin ve uluslararası sular kapsamında bulunmayan 27 adet HES’in içinde bulunduğu 9 portföy grubun özelleştirilmeleri bu 4 tesisin özelleştirme süreci biter bitmez ÖİB tarafından başlanacağı söylenmektedir. Dağıtım özelleştirmelerinde ise sona gelinmek üzere. Makalenin yazıldığı tarihe kadar, dağıtım bölgelerinden 12 tanesinin özelleştirilmesi yapılmıştır. Aras dağıtım bölgesi için ise Danıştay tarafından yürütmenin durdurulmasına karar verilmiş olup, mahkeme sürecinin sonuçlanması beklenmektedir.

ÖZELLEŞTİRMELER SÜRECİ

Bugüne kadar yapılan özelleştirme ihalelerinde, özellikle Sendikalar, Sivil Toplum Örgütleri ve bir kısım Oda’larca açılan davalarda; başta kamu yararının olmadığı, rekabet ortamının sağlanmadığı ve imtiyaz sözleşmesi yapılmadan devir yapılmasının Danıştay ön denetimini engellediği gibi maddelere istinaden söz konusu özelleştirmelerin anayasaya aykırı olduğu iddia edilmiştir. Özellikle elektrik dağıtım özelleştirmelerinde 1990’lı yıllarda yoğun bir şekilde bu savlar öne sürülerek birçok enerji tesisinin özelleştirilmesi iptal ettirilmiştir.

Peki, ne oldu da 1990’lı yıllarda hep iptal ettirilen özelleştirmeler, son yıllarda iptal ettirilemeden seri bir şekilde yapılabilmektedir?

Özellikle 1999 yılından itibaren ve günümüzde de halen devam eden mevzuat değişiklikleri ile sürecin hukuki altyapısının oluşturulması, bu süreci olumlu etkilemiştir. 13 Ağustos 1999’da yürürlüğe giren Anayasa değişikliği ile “Anayasa’nın devletleştirme ile ilgili 47. maddesi, idarenin eylem ve işlemlerine karşı yargı denetimini düzenleyen 125. ve Danıştay’ın oluşumu ve yetkilerini içeren 155. maddeleri” değiştirilmiştir. Sözleşmelerin artık imtiyaz şeklinde olmayıp, özel hukuk hükümleri çerçevesinde düzenlenmesi benimsenerek, Danıştay incelemesinin bundan böyle -bağlayıcı olmayan görüş bildirme- olarak değiştirilmesi özelleştirmeler sürecini hızlandırmıştır. Ayrıca 2005 yılında özelleştirme uygulamaları aleyhine açılan davaların süratle sonuçlandırılmasını temin edecek şekilde mevzuat düzenlemeleri yapılmıştır. Tüm bunların yanında, Rekabet Kurumu; önemli bir denetim merkezi haline getirilerek, yapılan özelleştirme programlarında, rekabetin sağlanıp sağlanmadığı sıkı takip edilmeye çalışılmıştır.

2001 yılından itibaren, enerji sektöründe serbest piyasaya geçiş yapılarak, enerji politikaları artık başka bir sürece girmiş ve yeni mevzuatları ile  “daha kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreye uyumlu bir şekilde hem rekabet ortamına daha çok vurgu yapılan, hem de özel hukuk hükümlerine göre oluşturulan bir piyasa” benimsenmiştir. Böylece rekabeti dışlayan ve Devlet desteğine dayanan "karma ekonomici" bir sistemden, serbest piyasa mantığına göre işleyen rekabetçi ve aynı zamanda zorunlu kamu hizmeti yükümlülüklerini de ihlâl etmeyen ve Batı ülkelerinde de uzunca bir süredir uygulanan yeni bir sisteme geçilmesi amaçlanmıştır. Böylelikle önceleri Kamu hizmeti olarak sunulan elektrik enerjisi; 2001 yılından itibaren serbest piyasa ürünü olarak sunulmaya başlanmıştır.

Elektrik sektöründe, piyasanın oluşturulmasının en önemli adımlarından biri olan özelleştirilmelere yönelik çalışmalarda, önemli aşamalar kaydedilmiştir. Ancak daha iyi işleyen bir piyasa mekanizması kurulurken özelleştirmelerin, sadece gelir odaklı olmaması ve öngörülen piyasa modelinin sağlıklı işlemesi için gereken hukuki ve teknik gereklilikler de dikkate alınmalıdır. Özelleştirme süreci hızlı bir şekilde devam ederken, sürecin birçok olumlu tarafının yanında, finansman ve çevre riskleri ile yeni yatırım sorunları gibi konular ise halen yatırımcılarla Kamu Kuruluşlarını karşı karşıya getirebilmektedir.

Çevresel riskler konusu hem özelleştirmeler sürecinde hem de yeni yapılacak yatırımlar sürecinde gündemi en çok meşgul eden konuların başında gelmiştir. Küresel ısınmanın had safhaya ulaştığı, ülkemizin ise Kyoto Protokolüne dahil olduğu son yıllarda, üzerinde önemle durulması gerekmektedir.

Özelleştirmeler sürecinde; büyük ölçekli özelleştirme programlarını başlatan hükümetler, devirleri mümkün olduğunca hızlı bir şekilde tamamlamayı amaçladıklarından dolayı bu süreç içerisinde çevresel sorunlar ile ilgilenmeyi genellikle geciktirici bir faktör olarak görmüşlerdir. Ancak endüstriyel bir Kamu İktisadi Teşekkülün (KİT) özelleştirilmesinde çevre ile ilgili risklerin ciddi yatırımcılar açısından fiyattan daha önemli bir caydırıcı unsur olduğu göz ardı edilmemelidir.

Çevre risklerini minimize ederek sağlıklı bir özelleştirme süreci yönetebilmek için 1998 yılında bazı Avrupa ülkelerinde bir araştırma yapılmıştır. Araştırmaya göre; Macaristan, Litvanya, Polonya, Romanya ve Slovak Cumhuriyeti’nde özelleştirilen 216 tesis arasında özelleştirme sırasında yatırımcılara çevresel konularda bilgi sunulması, özelleştirme fiyatlarında önemli düzeyde artış (% 173) sağladığını göstermiştir. Sahanın kirlilik temizleme planlaması ile birleştirildiğinde ise özelleştirme gelirlerinin üç katına çıktığı ve özelleştirmenin daha hızlı bir şekilde (% 83 daha az zaman ve ortalamadan % 170 daha az sayıda ihale) olduğu gözlemlenmiştir [1].

Ülkemizde yapılan KİT özelleştirmelerinde en önemli sorunların başında ise KİT’lerce çevre kirliliğini önleyici yatırım yapmaları için bütçe ödeneğinin ayrılmaması gelmektedir. Örneğin; Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), baca gazı desülfürizasyonu için yapılacak yüksek maliyetli yatırımların, tesislerin özelleştirme gelirlerini arttırmayacağı, fazla zaman alacağı ve özelleştirmeye engel teşkil edebileceği görüşündedir. Yeni çevre mevzuatlarına göre; artık kömür yakan termik santrallerimizin neredeyse tamamında “Baca Gazı Kükürt Arıtma Tesisi"nin yapımı zorunlu hale gelmiştir. Bu kapsamda elektrik üretim tesislerinin çevreye olumsuz etkilerinin azaltılması veya giderilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasında bütçe kısıtlamalarına gidilmesi gibi nedenler, özelleştirme sürecinin uzamasına sebep olacaktır.

Süreç çok hızlı devam ederken, enerji sektöründe yatırımların artmasını sağlamak için Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın bir çevre danışmanlık şirketinden çevresel durum tespiti konularında danışmanlık hizmeti alarak, bu süreci hızlandırmak istemesi ise çok olumlu bir adım olmuştur.

SÜRECİN GETİRDİKLERİ

Üretim ve dağıtım özelleştirilmelerinde temel amaç; özelleştirilen tesislerin daha verimli bir şekilde işletilerek maliyetlerin düşürülmesi, arz güvenliği ve kalitesinin sağlanması, özellikle elektrik kayıp-kaçaklarının önlenmesi ve verimlilik artışı ile sağlanan tüm faydaların tüketicilere yansıtılmasıdır.

Peki, yıllardır süregelen ve 2000’li yıllarda yoğunlaşan elektrik özelleştirmeleri ile yukarıda da hedeflenen amaçlara -en azından çoğuna- ulaşıldı mı?

Hem sektördeki yatırımcılar hem de tüketiciler için öncelikli öneme sahip konu; enerji maliyetlerinin ve fiyatlarının geleceğidir. Tüketicilerin yüksek elektrik ve doğal gaz faturaları için, sermaye şirketlerinin ise özellikle 2000'li yıllarda uzun aylar yerinde sayan veya çok az düşme yönünde eğilim gösteren enerji fiyatları için şikâyet ettikleri mercilerin; hep aynı yer olduğu düşünüldüğünde, enerji fiyatları konusunda mükemmel bir dengenin sağlanmasının, karar vericiler için ne kadar karışık ve zor olduğu çok net anlaşılmaktadır.    

·                 Bugüne kadar tüketicilerin beklediği gibi elektrik enerjisi fiyatlarında bir düşüş yaşanmamasına rağmen, yetkililerce uzun vadede elektrik enerji fiyatlarının düşeceği öngörülmektedir. Ancak, halihazırda ülkemiz elektrik fiyatları, birçok Avrupa ülkesine nazaran düşük oranlarda seyrettiği söylenebilir.

·                  Sektördeki Özelleştirmeler ile birlikte; elektrik tüketim fiyatlarının düşmemesine rağmen bugüne kadar her yılı büyük zararlarla kapatan devasa devlet şirketleri; -başta TEDAŞ gibi diğer KİT’ler- büyük zararlardan kurtulmaları beklenmektedir. Yani amacı kâr gütmek dahi olsa bile; sermaye şirketlerinin enerji sektörüne girmiş olmaları, Devlet kurumlarının daha az zarar etmesi, belki de yıl sonu bütçelerinin kâra geçmesi, ülke gayri safi milli hâsılasına hem katkıda bulunmuş olması hem de ülke halkının hakkı olan müreffeh bir hayat yaşamaları anlamına gelecektir.

·                 Son zamanlarda yapılan özelleştirmeler sonrası verilen çok yüksek devir bedelleri de kamuoyunun yoğun ilgisini çekmektedir. EPDK tarafından hazırlanan tarife metodolojisi veya 2013 yılında bitirilmesi gereken (yeni Enerji Piyasası Kanun taslağına göre bitiş tarihi 2015 yılı olarak değiştirilmiştir.) Geçiş Dönemi sonrası izlenecek politikalar belirsizliğini sürdürmektedir. Yüksek devir bedellerinin tıpkı şirketlerin vereceği yatırım taahhütleri gibi elektrik birim maliyetlerine eklenip eklenmeyeceği de ileriki süreçte netleşecektir.

Elektrik piyasasının serbestleşmesi sonucu yapılan Özelleştirmelerden sonra etraflıca konuşulacak bir konu daha ortaya çıkmıştır:

·                 Avrupa ve dünya ülkelerinin devlet enerji şirketleri veya devlet destekli şirketleri, Türkiye’de hem üretim ve dağıtım özelleştirmelerinde hem de enerji sektörü ile ilgili danışmanlık ve denetim mekanizmalarında çok önemli roller almaktadırlar. Örneğin; Avusturya devlet şirketi olan Verbund, Çek devlet şirketi olan CEZ, Almanya’nın en büyük ve dünyanın sayılı şirketlerinden RWE, Norveç’in en büyüğü Statkraft ve dünyanın en önde gelen danışmanlık şirketlerinden Amerika menşeli Deloitte gibi şirketler, kendi enerji pazarımızı yerli sermaye ve Devlet şirketlerimizden çok daha iyi bilecek konuma gelmişlerdir. Bunun enerji arz güvenliği ile ilgili olumsuz sonuçlarının ayrıca irdelenmesinin faydalı olacağı şüphesizdir, ancak konuya bu makalede başka bir açıdan bakılacaktır:
 
Ülkemizde, 2001 yılında yürürlüğe giren Enerji Piyasası Kanunu ile birlikte enerji sektöründe yapılacak yatırımların Kamu Kuruluşları yerine özel sermaye şirketlerince yapılması uygun görülmüştür. Artık EÜAŞ gibi Kamu Kuruluşları’nın ancak Bakanlar Kurulu’nun izin vermesi durumunda yeni üretim tesisi kurma, kiralama ve işletme görevi bulunmaktadır. Uzun yıllar yatırım yapmayacak veya yapamayacak olan EÜAŞ’ın, devamlı yatırım yapabilecek olan özel sermaye karşısında elektrik üretimi sektörü içerisindeki payı oldukça azalmış olacaktır. EÜAŞ’ın elindeki üretim tesislerinin çok büyük bir bölümünün de özelleştirme kapsamına alındığı düşünülürse, sektör içindeki payının çok daha azalacağı şüphesizdir.

·                     Dünyada adından söz ettiren dev enerji şirketleri gibi KİT’lerimiz de dünya enerji pazarına rahatlıkla açılabilirler. Örneğin en son Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) yurt dışında şirket kurması ve kurulmuş şirketlere iştirak etmesi için Bakanlar Kurulu, Kanun Hükmünde Kararname maddesi yürürlüğe koymuştur. KİT’lerin Ana Statülerinde ‘Teşekkülün amaç ve faaliyet konuları’ başlıklı maddelerinin kapsamı genişletilerek, Bakanlar Kurulu’nca böyle bir karar elektrik sektöründeki Devlet şirketleri için de alınabilir.

·                     Üretim bakımından enerji sektöründe şu an ülkemizin en büyük kuruluşu olmasının yanı sıra en güçlü sanayi kuruluşlarından da biri olan Elektrik Üretim A.Ş. artık, sadece Türkiye sınırları içerisinde değil, tüm dünyada elektrik üretim işleri ile ilgilenebilmelidir. Ayrıca, TEDAŞ’ın veya TETAŞ’ın da başka ülkelerde elektrik dağıtım ve satış olayına girmesi veya TEMSAN A.Ş. gibi bir şirketimizin de tüm dünyaya türbin elektro-mekanik teçhizatlarını ihraç ederek, dünya enerji pazarlarına girebilmeleri mümkündür.

Sadece Kamu Kuruluşları’nın değil, bununla birlikte özel enerji şirketlerimizin de enerji dünyasına açılması, Devletimizin de bunları iyi bir yatırım ortamı, teşvik ve yönlendirme politikaları ile desteklemesi gerekmektedir.
                                                                                                                     
KAYNAKALAR 

1.       T. Panayotou, (Harvard University) R.A. Bluffstone (Massachusetts Institute of Technology) - Lemons and Liabilities: Privatization, Foreign Investment and Environmental Liability in Central and Eastern Europe, 2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ENERJİ DEPOLAMA SİSTEMLERİNİN ÇEVRESEL VE EKONOMİK ETKİLERİ

Giriş   21. yüzyılın başından itibaren artan enerji talebi, fosil yakıt rezervlerinin sınırlılığı ve iklim değişikliğinin yol açtığı küres...