23 Mart 2025 Pazar

Iğdır-Nahçıvan Doğal Gaz Boru Hattı ve Bölgesel Etkileri

Giriş 

Iğdır-Nahçıvan Doğal Gaz Boru Hattı, Türkiye ve Azerbaycan arasındaki stratejik enerji iş birliğinin önemli bir parçası olarak hayata geçirilen kritik altyapı projelerinden biridir. Doğal gaz boru hattı, hem iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri güçlendirmekte hem de bölgesel enerji güvenliğine katkı sağlamaktadır. Söz konusu proje, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nin enerji ihtiyacını karşılamakla kalmayıp, bölgedeki jeopolitik dengeler ve siyasi ilişkiler açısından da büyük önem taşımaktadır. 

Iğdır-Nahçıvan Doğal Gaz Boru Hattı, Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nin doğal gaz ihtiyacını karşılamak amacıyla hayata geçirilmiştir. Proje, 2020 yılında imzalanan "Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'ne Doğal Gaz Tedarikine İlişkin Mutabakat Zaptı" ile başlamış ve yaklaşık 18 ayda tamamlanmıştır. 

Iğdır-Nahçıvan Doğal Gaz Boru Hattı projesi ile ilgili olarak, 2010 yılında SOCAR (Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi) ve BOTAŞ (Boru Hatları ile Petrol Taşıma AŞ.) arasında bir anlaşma imzalanmıştır. Ancak, projeye yönelik somut adımlar 2020 yılında atılmıştır. 15 Aralık 2020 tarihinde imzalanan mutabakat zaptı ile projenin resmi temelleri atılmış, 25 Eylül 2023 tarihinde hattın inşaatına başlanmış ve 5 Mart 2025 tarihinde de resmi açılışı gerçekleştirilmiştir. 

Iğdır-Nahçıvan Doğal Gaz Boru Hattı, toplamda 97,5 kilometrelik bir uzunluğa sahiptir. Bu hattın 80 kilometresi Türkiye sınırları içinde, 17,5 kilometresi ise Azerbaycan topraklarında yer almaktadır. Boru hattı 16 inç çapında olup, günlük 2 milyon metreküp, yıllık ise yaklaşık 730 milyon metreküp doğal gaz taşıma kapasitesine sahiptir. Nahçıvan'ın yıllık doğal gaz ihtiyacı yaklaşık 260-300 milyon metreküp olduğundan, hat bölgenin enerji ihtiyacını tamamen karşılayabilecek kapasitededir.

Projenin Stratejik ve Ekonomik Önemi 

Bölge, uzun yıllar boyunca enerji temininde Ermenistan'ın uyguladığı ambargolar nedeniyle ciddi zorluklar yaşamıştır. 2005 yılında Azerbaycan ile İran arasında imzalanan 25 yıllık anlaşmayla Nahçıvan'a doğalgaz İran üzerinden sağlanmıştır. Söz konusu bu anlaşma zor bir anlaşma olduğu için bunun yerine alternatif bir enerji kaynağına ihtiyaç duyulmuştur. Bu noktada, doğalgazın Iğdır'dan Nahçıvan'a verilmesi bir nevi Nahçıvan'ın enerji güvenliğinin sağlanmasında ciddi rol oynamıştır. Türkiye üzerinden sağlanan doğal gaz, Nahçıvan'ın enerji bağımsızlığını güçlendirirken, Azerbaycan ile Türkiye arasındaki stratejik ortaklığı da pekiştirmektedir. 

Bu boru hattı. Nahçıvan'ın enerji arz güvenliğini sağlamanın yanı sıra, bölgenin ekonomik kalkınmasına da katkı sunmaktadır. İnşaat süreci ve sonrasında önemli bir istihdam oluşturması beklenmektedir. Doğal gazın verilmesi, bölgedeki sanayi ve ticaretin gelişmesine katkıda bulunacaktır. Bu hat, sadece Nahçıvan’a enerji sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda Türkiye’nin doğusundaki enerji altyapısını da güçlendirecektir. Özellikle Iğdır gibi doğu illerinin enerji ihtiyaçlarını karşılayarak, enerji arz güvenliğini de bir nebze artıracaktır. 

Ayrıca, söz konusu proje Türkiye'nin enerji ihracat kapasitesini artırarak, ülkenin enerji merkezi olma hedeflerine katkı sağlamaktadır. Türkiye, Azerbaycan gazını Avrupa'ya taşıyan TANAP (Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı) projesi gibi diğer projelerle birlikte bölgesel enerji denkleminde daha etkin bir rol üstlenmektedir. 

Projenin Jeopolitik Etkileri 

Iğdır-Nahçıvan doğal gaz boru hattı, bölgesel jeopolitik dengelere de önemli bir etki yapmaktadır. Proje, Azerbaycan'ın Nahçıvan üzerindeki kontrolünü güçlendirirken, Ermenistan'ın bölge üzerindeki baskısını azaltmaktadır. Aynı zamanda, Zengezur Koridoru gibi diğer altyapı projeleriyle birlikte Güney Kafkasya'da daha entegre bir ulaşım ve enerji ağı oluşturulmasına yardımcı olmaktadır. 

Söz konusu proje, Ermenistan'ın bölgedeki jeopolitik konumunu da etkilemektedir. Ermenistan, Nahçıvan'a yönelik enerji ambargosu uygulayarak bölgeyi izole etmeye çalışsa da bu boru hattı ile Nahçıvan, enerji bağımsızlığını sağlayarak Ermenistan'ın bu stratejisini boşa çıkarmaktadır. Ayrıca, Türkiye ve Azerbaycan arasındaki ulaşımı ve ekonomik entegrasyonu güçlendiren projeler, Ermenistan’ın bölgede daha fazla izole olmasına neden olmaktadır. 

Iğdır-Nahçıvan Boru Hattı, Güney Kafkasya'da yeni bir siyasi denge oluşturmaktadır. 2020 yılı Karabağ Savaşı sonrasında Azerbaycan’ın zaferiyle bölgedeki güç dengesi değişmiş ve Türkiye-Azerbaycan iş birliği daha da önem kazanmıştır. Bu boru hattı, enerji güvenliği açısından Ermenistan’ı daha fazla dışlayan bir yapı oluştururken, Azerbaycan ile Türkiye’nin ekonomik ve stratejik ortaklığını pekiştirmektedir. 

Türkiye ve Azerbaycan, tek millet, iki devlet anlayışıyla hareket eden iki ülkedir. Bu boru hattı, iki ülke arasındaki ekonomik ve siyasi bağları daha da güçlendirmektedir. Türkiye, Azerbaycan'ın enerji kaynaklarını Avrupa'ya taşıyan önemli bir transit ülke konumundayken, Nahçıvan'a doğrudan gaz temin ederek Azerbaycan'ın toprak bütünlüğüne olan desteğini somut bir şekilde göstermektedir. 

Siyasi ve Diplomatik İş Birliği 

Türkiye ve Azerbaycan arasındaki ilişkiler, 1991 yılında Azerbaycan'ın bağımsızlığını kazanmasıyla hızla gelişmiştir. 2010 yılında imzalanan Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardımlaşma Anlaşması, iki ülke arasındaki ittifakı pekiştirmiştir. Azerbaycan; Kıbrıs ve diğer uluslararası meselelerde Türkiye'ye destek verirken, Türkiye de Karabağ meselesinde Azerbaycan'a güçlü bir destek sunmuştur. Şuşa Beyannamesi (2021), askeri ve siyasi iş birliğini daha da güçlendirmiştir. 

Ekonomik ve Enerji İş Birliği 

Türkiye, Azerbaycan'ın en büyük ticaret ortaklarından biridir. Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP), Azerbaycan gazını Türkiye ve Avrupa'ya taşıyan kritik bir projedir. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Petrol Boru Hattı ve Bakü-Tiflis-Kars (BTK) Demiryolu, iki ülkeyi ekonomik ve lojistik olarak daha da yakınlaştırmıştır. SOCAR, Türkiye’deki en büyük yabancı yatırımcılardan biri olup, STAR Rafinerisi ve Petkim gibi büyük projelere sahiptir. 

Zengezur Koridoru, Azerbaycan’ın ana toprakları ile Nahçıvan arasında doğrudan bir bağlantı sağlayarak Ermenistan’ın bölgesel stratejik önemini azaltmaktadır. Iğdır-Nahçıvan Doğal Gaz Boru Hattı ile birlikte düşünüldüğünde, bu projeler Azerbaycan’ın Türkiye ile kesintisiz bağlantısını güçlendirmekte ve Ermenistan üzerindeki ekonomik baskıyı artırmaktadır. Türkiye ve Azerbaycan, bu hat sayesinde doğrudan ticaret yapabilir hale gelirken, Ermenistan, bölgesel kalkınma projelerinden giderek daha fazla dışlanmaktadır. 

Küresel Enerji Politikalarındaki Yeri 

Boru hattı, yalnızca bölgesel bir proje değil, aynı zamanda Türkiye'nin enerji transit merkezi olma vizyonunun bir parçasıdır. Avrupa’nın Rus gazına olan bağımlılığını azaltma girişimleri kapsamında, Türkiye’nin Azerbaycan gazını taşıma kapasitesi büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda, Iğdır-Nahçıvan Boru Hattı, Türkiye'nin bölgesel enerji politikasını daha da güçlendiren bir hamledir. 

Boru hattının faaliyete geçmesi, gelecekte Türkiye ve Azerbaycan arasında daha kapsamlı enerji iş birliği projelerinin önünü açmaktadır. Kars-Nahçıvan Demiryolu Projesi ve Zengezur Koridoru gibi projelerle birlikte, bölgenin enerji ve ulaşım altyapısının daha da güçlendirilmesi planlanmaktadır. 

Sonuç 

Iğdır-Nahçıvan Doğal Gaz Boru Hattı, Nahçıvan'ın enerji arz güvenliğini sağlamanın yanı sıra, bölgedeki jeopolitik dengeleri de değiştirmektedir. İki ülkenin ekonomik ve siyasi iş birliğini güçlendiren bu boru hattı, Güney Kafkasya'daki barış ve istikrarın sağlanmasına önemli katkılar sunmaktadır. 

Türkiye ve Azerbaycan’ın enerji ve stratejik ortaklığını derinleştiren söz konusu proje, Ermenistan’ın bölgesel izolasyonunu artırırken, Güney Kafkasya'da yeni bir güç dengesi oluşturmaktadır. Türkiye’nin enerji merkezi olma hedeflerine katkı sağlayan bu boru hattı, bölgedeki siyasi gelişmeleri uzun vadede etkilemeye devam edecektir. 

Diğer taraftan Türkiye ve Azerbaycan arasındaki stratejik iş birliği, bölgesel ve küresel dengeleri etkileyen güçlü bir ortaklıktır. Enerji projeleri, askeri iş birliği ve kültürel bağlar sayesinde bu ilişki her geçen gün daha da güçlenmektedir. Şuşa Beyannamesi gibi anlaşmalar, iki ülkenin gelecekte de stratejik ortaklıklarını sürdüreceğinin önemli göstergeleridir.

 

Kaynaklar 

1.     https://botas.gov.tr/Icerik/igdirnahcivan-dogal-gaz-boru/1086 

2.     Dr. Cavid Veliyev, Azerbaycan Uluslararası İlişkiler Analiz Merkezi, Dış Politika Analizi Bölümü Başkanı. Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/analiz/azerbaycan-ve-turkiyenin-birlesme-noktasi-nahcivanin-guvenligi/3501473



Yazarlar: Harun Şahin, Mücahit SAV

Not: Söz konusu bu yazı 2025 yılı Mart ayında Tercüman gazetesi için hazırlanmıştır.




  

10 Mart 2025 Pazartesi

Doğalgaz Piyasasında Hidrojen Kullanımı ve Çevreye Etkileri

    1.  Giriş

Doğalgaz ve hidrojen, enerji üretimi ve sanayi süreçlerinde önemli iki yakıt türüdür. Son yıllarda, özellikle karbon salımlarını azaltma ve enerji geçiş süreçlerinde hidrojenin potansiyeli büyük ilgi görmektedir. Doğalgaz ve hidrojenin kullanımı, enerji sektöründe önemli bir dönüşümün parçası olarak dikkat çekmektedir. 

Doğalgaz, fosil yakıtlar arasında temiz kabul edilen bir enerji kaynağıdır, çünkü kömür ve petrol gibi diğer fosil yakıtlara göre daha düşük karbon salımına sahiptir. Elektrik üretimi, ısınma, sanayi ve ulaşımda yaygın olarak kullanılmaktadır. Düşük karbon emisyonu, verimli enerji üretimi, elektrik üretiminde hızlı bir şekilde devreye girme ve gerektiğinde çıkma esnekliği gibi avantajları bulunmaktadır. Sera gazı emisyonları, fosil yakıt bağımlılığı gibi dezavantajları olan doğalgaz, bir fosil yakıt olduğu için sürdürülebilir değildir ve doğrudan yenilenebilir enerji kaynaklarına entegre edilmesi düşünülmektedir. 

Hidrojen, temiz enerji dönüşümünde önemli bir role sahip olup, fosil yakıtlara bağımlılığı azaltma potansiyeli bulunmaktadır. Doğalgaz piyasasında hidrojenin kullanımı, karbon emisyonlarını azaltmak, enerji güvenliğini artırmak ve yenilenebilir enerji kaynaklarını entegre etmek açısından önemli bir stratejidir. 

Bu makalede, önemli bir enerji taşıyıcısı olan hidrojenin doğalgaz altyapısında kullanımı, teknik ve ekonomik yönleri ile çevresel etkileri ele alınmaktadır. 

    2. Hidrojenin Doğalgaz Piyasasında Kullanımı 

Kokusuz, renksiz, tatsız ve saydam bir yapıya sahip olan hidrojen, doğadaki en hafif elementtir. Bilinen tüm yakıtlar içinde birim başına en yüksek enerji içeriğine sahiptir. 1 kg hidrojen 2,1 kg doğalgaz veya 2,8 kg petrolün sahip olduğu enerjiye sahiptir. Petrol kökenli yakıtlara göre ortalama 1,33 kat daha verimli olan hidrojen sudan elde edildiği zaman yenilenebilir enerji kaynakları kategorisine girmektedir. Dünyanın giderek artan enerji gereksinimini çevreyi kirletmeden ve sürdürülebilir olarak sağlayabilecek en ileri teknolojilerden olan hidrojen enerji sisteminin, insan ve çevre sağlığını tehdit edecek önemli bir etkisi yoktur. Kömür, doğalgaz gibi fosil kaynakların yanı sıra sudan ve biyokütleden de elde edilen hidrojen, enerji kaynağından çok bir enerji taşıyıcısı olarak düşünülmektedir. Türleri kısaca şunlardır: 

Beyaz (kömürden üretilen) Hidrojen: Fosil yakıtlardan elde edilir ve çevresel etkileri oldukça yüksektir. 

Gri Hidrojen: Fosil yakıtlar kullanılarak üretilen hidrojendir ve yüksek karbon emisyonlarına sahiptir. 

Mavi Hidrojen: Doğalgazdan üretilir, ancak üretim sırasında ortaya çıkan karbon emisyonları, karbon yakalama ve depolama (CCS) teknolojileriyle engellenir. 

Yeşil Hidrojen: Yenilenebilir enerji (güneş, rüzgar, hidroelektrik) kullanılarak suyun elektrolizi yoluyla üretilir. Bu en temiz hidrojen türüdür. 

Hidrojen, doğalgaz sistemlerine belirli oranlarda karıştırılarak veya saf halde kullanılmaktadır. Mevcut doğalgaz altyapısında yüzde 5-20 oranında hidrojen karıştırılmaktadır. Yüksek hidrojen oranları, boru hatlarında malzeme aşınması, sızıntı riskleri ve yanma karakteristikleri açısından bazı teknik zorluklar doğurabilmektedir. Tamamen hidrojen bazlı bir altyapıya geçiş için yeni boru hatları ve depolama sistemleri gerekmektedir. Bu da büyük bir maliyet ve altyapı değişikliği demektir. 

Hidrojenin doğalgaza karıştırılmasının belli başlı nedenleri bulunmaktadır. Hidrojen karışımının en önemli faydası; karbon emisyonlarını azaltma ve temiz enerji geçişini hızlandırma açısından önem arz etmektedir. 


Şekil 1. Abdulhamid Han Sondaj Gemisi [1] 

Hidrojen yanarken karbon içermediğinden CO₂ salımını düşürerek çevresel sürdürülebilirliği artırmaktadır. Mevcut doğalgaz boru hatları, hidrojenin daha küçük moleküler yapısı nedeniyle kaçak riskine açıktır. Ancak, yeni boru hatları inşa etmek yerine mevcut doğalgaz sistemine belirli oranlarda hidrojen eklenmesi, düşük maliyetli bir geçiş stratejisi sunmaktadır. Hidrojen üretimi, özellikle yeşil hidrojen üretimi (elektroliz yoluyla) halen pahalıdır. Ancak, teknolojik gelişmeler ve ölçek ekonomileri ile maliyetlerin düşmesi beklenmektedir. 

Hidrojenin enerji yoğunluğu doğalgaza göre düşüktür (hacimsel bazda yaklaşık 3 kat daha az enerji taşır). Bu nedenle, belirli oranların üzerine çıkıldığında boru hattı basınçlarının ve taşıma kapasitesinin yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir. Hidrojenin doğalgaza karıştırılabileceği oran, mevcut altyapının ve son kullanım ekipmanlarının teknik kapasitesine bağlıdır: 

Hidrojen Oranı (%)

Etkileri ve Kısıtlamalar

% 0-5

Mevcut boru hatları ve cihazlar için genellikle güvenli, büyük bir değişiklik gerektirmez.

% 5-20

Boru hatlarında ve yanma sistemlerinde bazı modifikasyonlar gerekebilir.

% 20-50

Malzeme dayanıklılığı, enerji yoğunluğu ve yanma karakteristiklerinde önemli değişimler meydana gelir.

% 50+

Mevcut doğalgaz altyapısı için uygun değildir, tamamen hidrojen bazlı sistem gerektirir.

Dünyada bazı ülkeler hidrojen karışımlarını doğalgaz şebekelerinde test etmektedir: Almanya’da, yüzde 20’ye kadar hidrojenin doğalgaz ile karıştırılması üzerine pilot projeler yürütmektedir. Hollanda’da, belirli bölgelerde hidrojenli doğalgaz şebekeleri test edilmekte, eski boru hatları ve tüketici cihazları üzerinde incelemeler yapılmaktadır. Birleşik Krallık’da, yüzde 20 hidrojen karışımı için ulusal altyapı planları geliştirilmekte ve hidrojenin uzun vadeli doğalgaz alternatifi olup olmayacağı değerlendirilmektedir. Avustralya’da, yüzde 10 hidrojen karışımları şebekeye beslenerek test edilmekte, ayrıca saf hidrojenle çalışan sistemler geliştirilmektedir. 

Ülkemizde ise Enerji Bakanlığı’nın aşırı fosil yakıt tüketimini ortadan kaldırmak ve emisyonları azaltmak amacıyla, doğalgaz şebekesine düşük ve sıfır karbonlu yüzde 2 ila 6 oranında hidrojen enjeksiyonu hedefi bulunmaktadır. Türkiye Doğalgaz Dağıtıcıları Birliği (GazBir) tarafından da hidrojenin doğalgazla entegrasyonu çalışması başlatılmıştır. Test amaçlı olarak yüzde 5’e kadar hidrojen ve yüzde 95’e kadar doğalgaz karışımı yapılarak, doğalgazı daha çevre dostu yapma düşüncesi ile başlatılan bu çalışmanın, kısa süre içerisinde doğalgaz sektöründe yaygınlaştırılması hedeflenmektedir. 

    3. Çevresel Etkiler 

Hidrojenin doğalgaz piyasasında kullanılmasının çevresel açıdan önemli avantajları ve bazı zorlukları bulunmaktadır. 

Hidrojenin doğalgaza karıştırılması, yanma sonucu ortaya çıkan CO₂ emisyonlarını önemli ölçüde düşürmektedir. Üretim şekline bağlı olarak çevresel etkileri değişir. Yeşil Hidrojen (yenilenebilir enerji kaynaklarıyla üretilen) tamamen sıfır emisyonludur. Mavi Hidrojen (doğalgazdan üretilip karbon yakalama teknolojisi kullanılan) karbon salımını azaltır, ancak tamamen sıfır emisyon sağlamaz. Gri Hidrojen (fosil yakıtlardan elde edilen) yüksek karbon emisyonlarına sahiptir. 

Hidrojenin doğalgaza karıştırılması, metan kaçaklarını azaltabilir, çünkü hidrojenin doğrudan yanması metan kadar güçlü bir sera gazı etkisi oluşturmaz. Hidrojen içeriği arttıkça karbon emisyonları azalmaktadır. Örneğin, yüzde 20 hidrojen karışımı ile doğalgazın CO₂ emisyonu yaklaşık yüzde 7-8 oranında düşebilmektedir. 

Hidrojen karışımları mevcut doğalgaz tüketicileri için büyük bir değişiklik gerektirmese de, daha yüksek oranlara çıkıldığında kazanlar, ocaklar ve sanayi ekipmanlarında modifikasyonlar gerekmektedir. Günümüzde yeşil hidrojen üretimi pahalı olmakla beraber, elektroliz teknolojilerindeki ilerlemeler ve ölçek büyütme ile maliyetleri düşürülebilmektedir. 

    4. Sonuç 

Hidrojenin doğalgaz piyasasında kullanımı, enerji dönüşümünün kritik bir parçasıdır. Ancak, altyapı uyumluluğu, maliyet ve hidrojen üretim yöntemleri gibi faktörler dikkate alınmalıdır. Gelecekte, yeşil hidrojenin yaygınlaşmasıyla birlikte doğalgazdan hidrojene geçişin hızlanması beklenmektedir. 

Uzun vadede, doğalgaz yerine yüzde 100 hidrojen kullanımı için yeni boru hatları ve dağıtım sistemleri geliştirilmesi gerekecektir. Hidrojen karışımlarının yaygınlaşması için hükümetler tarafından teşvikler sağlanmalı, karbon emisyonlarına dayalı vergi politikaları geliştirilmelidir. 

Doğalgaz ve hidrojen, enerji sektöründe birbirini tamamlayan iki kaynak olarak önem kazanmaktadır. Hidrojenin, doğalgazla karıştırılarak ya da doğrudan hidrojenle çalışan sistemler geliştirilerek kullanılması, karbon salımını azaltmak ve daha sürdürülebilir bir enerji yapısına geçiş sağlamak için önemli bir adımdır. Gelecekte hidrojenin rolü arttıkça, doğalgazın yerini alması beklenmektedir. Bunun için hidrojen altyapısının geliştirilmesi, yeşil hidrojen üretiminin artırılması ve hibrid çözümler büyük önem arz etmektedir. Ancak, bu dönüşüm, teknolojik gelişmeler, altyapı yatırımları ve politika desteği ile mümkün olacaktır.

 

Kaynaklar 

1. https://www.pexels.com/tr-tr/fotograf/abdulhamid-han-sondaj-gemisi-29190138/ 

2. Odundan Hidrojene Enerji Dönüşümleri, Sav M.,

    https://mucahitsav.blogspot.com/2024/04/odundan-hidrojene-enerji-donusumleri.html


Not: Bu yazı Mart 2025 tarihinde Tenva web sayfası için hazırlanmıştır.

Yazarlar: Mücahit SAV, Harun ŞAHİN



 

 

8 Mart 2025 Cumartesi

TÜKENEMEYEN FOSİL YAKITLAR

Giriş 

“Dünyada artan nüfusa paralel olarak enerji ihtiyaçları da artmaktadır. Fosil kaynaklar bir müddet sonra tükeneceğinden, bu tür yakıtlara dayalı enerji ile artık yaşamın sürdürülebilir olmadığı fark edilmiştir. Bunun sonucu olarak ülkeler, alternatif enerji kaynakları ve daha değişik yollar keşfetmek için birbirleri ile yarışmaktadırlar.” Bu cümleleri ben dahil bir çok kişi enerji arenasında ya yazılarında ya kongre ve konferanslarda çok defa dile getirmiştir [1]. 

Aynı şekilde şu cümle de çok defa bilimsel makalelerde ve farklı platformlarda dile getirilmiştir: “Uluslararası Enerji Ajansı ve diğer Uluslararası Kurum ve Kuruluşların raporlarındaki gözlemlere göre; her ne kadar yenilenebilir enerji alanındaki gelişmelerin artacağı beklense de petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtların; orta ve uzun vadede uluslararası ilişkiler ve uluslararası siyasi denklemler arenasında belirleyici rolünün devam edeceği belirtilmektedir [2].” 

Birbiri ile çelişiyor gibi görünen bu iki paragrafın kimi zaman aynı anda ve aynı yerde dile getirildiği olmuştur. Uzman kuruluşların söz konusu tespitlerini alıp, sözlerine ekleyen veya yazılarına derç eden şahsım dahil birçok teknik uzman fosil yakıtların sonunun geldiğini henüz görememiştir. Beklenildiği gibi yüzyıllardır fosil yakıtlar bir türlü tükenmemiş olup, tükenecek gibi de görünmemektedir. Üstelik başta Avrupa ülkeleri olmak üzere sözde çevreci dünya ülkeleri onca iklim anlaşmaları ve taahhütlerine rağmen, hiç biri fosil yakıtlardan vazgeçmemiştir, vazgeçememiştir. 

Bu yazıda; fosil yakıtlara bağımlılığın azalmamasının nedenleri irdelenecek olup, en eski ve en önemli enerji kaynaklarından biri olan kömür üzerine bir analiz yapılacaktır. Enerji ve çevre ikilemi arasına sıkışan fosil yakıtların tüketiminin sınırlandırılabilmesinin mümkün olup olamayacağına değinilecektir. Yenilenemeyen enerji kaynaklarına alternatif olarak ortaya çıkan yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanım alanlarının artması sonucu oluşan yeni bir ekonomi modeli olan düşük karbon ekonomisine değinilerek, bu sürecin getirdikleri okuyuculara kısaca anlatılmaya çalışılacaktır. 

Fosil Yakıt Bağımlılığı 

Birkaç sene önce enerji dergisinde okuduğum bir makalede; Avrupa'da ki bir ülke yöneticisi, küresel ısınma sonucunda çok önemli bir faydanın ortaya çıktığını belirtiyordu. Söz konusu yöneticiye göre; buzulların erimesi ile deniz yüzeyi daha fazla ısıyı emecek, deniz sıcaklıkları artacak ve artan deniz sıcaklığı nedeniyle buzulların altında bulunan donmuş tortuların erimesi gerçekleşecektir. Nihayetinde eriyen buzulların altından daha fazla petrol ve doğalgaz çıkarılabilecektir. Bu ifadeler, dünyadaki buzulların erimesine sebep olan fosil yakıtların yine her hâlükârda elde edilme isteği ile insanoğlunun bu yakıtlara olan bağımlılığını net bir şekilde gösterirken, olayı da traji-komik bir duruma düşürmektedir.           

Asırlardır kömür, petrol ve petrol türevlerinin sonu gelmemiştir. Her an dünyanın farklı bir noktasında farklı bir fosil kaynağının keşfi yapılmaktadır. Dünyada üretilebilir petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık yüzde 70’lik bölümü Türkiye’nin ve Doğu Akdeniz’in de yer aldığı Ortadoğu diye tabir edilen bölgede bulunmaktadır. Doğu Akdeniz coğrafi konum olarak dünya nüfusunun ağırlıkta yaşadığı üç kıtanın yani, Asya, Afrika ve Avrupa’nın birbirine en çok yaklaştığı yer olma özelliğine sahiptir. Bu bölgeler petrol ve kömür kaynağı olarak çok zengin bölgeler olmakla birlikte, sık sık enerji kaynak keşifleri de yapılmaktadır. 

Son yıllarda yapılan en önemli keşiflerden biri de, 2009’dan bu yana İsrail, Kıbrıs ve Mısır açıklarında yapılan büyük ölçekli enerji kaynağı keşfidir. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’ne göre dünyanın en büyük doğal gaz yataklarından birinin Doğu Akdeniz’de yer aldığı; bölgede 3,45 trilyon metreküp doğal gaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğu tahmin edilmektedir. Kıbrıs Adası’nın çevresinde ise 8 milyar petrol varil olduğu, rezervin yaklaşık değerinin 400 milyar dolar civarında olduğu açıklanmıştır [5]. Çok büyük miktarlarda keşifleri yapılan söz konusu yakıtlara; ülkelerin, devletlerin ve şirketlerin ihtiyacı her zaman bulunmaktadır. Dolayısıyla fosil kaynakların kullanımının azaltılması, terk edilmesi veya kullanım alanlarının sınırlandırılması pek mümkün görülmemektedir. 

Elde ettiğimiz en son verilere göre; her yıl olduğu gibi 2022 yılı dünya birincil enerji arzının kaynaklara dağılımında da ilk sırayı 187 EJ (exajoule) ve toplam arzın % 29,6’sı ile petrol almıştır. Petrolü, 170 EJ ve % 27 pay ile kömür, 145 EJ ve % 23 pay ile doğalgaz takip etmiştir. Fosil yakıtlar birincil enerji arzının % 83’ünü karşılarken, yenilenebilir kaynaklar 77 EJ ile % 12’sini karşılayabilmiştir  [3]. 

Ülkemize bakarsak: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2022 Yılı Genel Enerji Dengesi verilerine göre; Türkiye’nin 2022 yılında ki toplam enerji arzı 157,7 milyon TEP (ton eşdeğer petrol)’dir. Bu arzın kaynaklara dağılımında; aynı şekilde ilk sırayı 45,11 milyon TEP ve toplam arzın % 28,6’sı ile petrol almıştır. Petrolü, 43,54 milyon TEP ve % 27,6 pay ile doğalgaz; 2,02 milyon TEP ve % 26,8 pay ile kömür takip etmiştir. Geriye kalan % 17’lik oranı ise rüzgâr, güneş, jeotermal, hidrolik ve biyoyakıt gibi yenilenebilir enerji kaynakları karşılamaktadır [4]. Mevcut politikaların sürdürülmesi halinde, hem Türkiye hem de dünya ülkeleri için fosil yakıtların ağırlığını korumaya devam edeceği, diğer bir ifadeyle fosil yakıtlara bağımlılığın devam edeceği bu tablolardan da görülmektedir. 

Bitmeyecek Bir Bağımlılık - Kömür Bağımlılığı 

1800'lü yıllarda ilk üretimine başlanan petrol ve petrol ürünlerinin kullanımı yaklaşık 200 yıldır devam etmektedir. Petrol ve doğal gazdan çok daha önce üretimine başlanan kömürün, günümüzdeki tüketimi neredeyse üç katına çıkmıştır. Fosil kökenli enerji kaynakları arasında yer alan kömürün ülkeler için çok önemli bir yeri vardır. Sanayi Devriminden 200 yıl sonra, 21. yüzyılda dahi dünyanın en önemli enerji kaynağı olarak kömür görülmektedir. 

        

Şekil 1. Kömür (Kara Elmas) 

Dünya kömür rezervlerinde ilk sıraları gelişmiş ve zengin ülkeler almaktadır (Tablo 1). Bu ülkeler yatırımlarını fosil kaynaklar dediğimiz kömür ve petrol türevlerine ağırlık vererek yapmaya devam etmektedirler. Bunun yanı sıra dünyada çok sayıda ülkede milyonlarca insan geçimini kömür üretimi, iletimi ya da dağıtımından sağlamaktadır. Bu nedenle, bu ülkeler için kömürden çıkış süreçleri, aynı zamanda ciddi ekonomik ve toplumsal sorunlarla karşılaşmak demektir. Dolayısıyla, başta kömür olmak üzere tüm fosil yakıtların kullanılmasının sınırlandırılmasını; uluslararası iklim anlaşmalarından daha çok ülkelerin kendi iç ekonomik ve toplumsal yapıları belirleyecektir.          

Ülkelere göre görünür kömür rezervi Tablo 1’de gösterilmiştir: 

  Tablo 1. Ülkelere Göre Görünür Kömür Rezervleri, 2020 (Kaynak: BP, ETKB)

Sıra

Ülke

Milyar Ton

%

1

ABD

248,9

23,2

2

Rusya

162,2

15,1

3

Avustralya

150,2

14,0

4

Çin

143,2

13,3

5

Hindistan

111,1

10,3

6

Almanya

35,9

3,2

7

Endonezya

34,9

3,2

8

Ukrayna

34,4

3,2

9

Polonya

28,4

2,6

10

Kazakistan

25,6

2,4

11

Türkiye

22

1,9

-

Diğer

99,3

9,2

 

Dünya Geneli

1.074,1

100


Diğer ülkelerin istatistikleri 2020 yılı, Türkiye’nin ise 2022 yılsonu itibariyle kömür (linyit + taşkömürü) rezerv miktarıdır. 

Türkiye gibi komşu AB ülkeleri de enerjide büyük oranda başka ülkelere bağımlıdırlar. Bazı AB ülkeleri enerjide farklı kaynaklara yönelmek ve dışa bağımlılık oranlarını düşürmek için kömüre ağırlık vermişlerdir. Örneğin, Polonya elektrik ihtiyacının yüzde 90’ından fazlasını karşılamak için kömürden yararlanmaktadır. Aynı şekilde Avrupa kıtasının dinamo ülkesi Almanya kömürlü santrallerini hala yoğun bir şekilde kullanmaktadır. İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Avusturya, Macaristan, Çekya ve Yunanistan da kömürden elektrik üretim potansiyeli yoğun olan ülkeler arasındadır. 


Şekil 2. Kömür Santrali

Dünya ülkeleri Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde bir araya gelerek başta kömür olmak üzere tüm fosil yakıtların önüne geçmek ve küresel sıcaklık artışını sözde sınırlamak için her yıl iklim zirvesi düzenlemektedir. Ancak yaklaşık 30 yıldır düzenlenmekte olan iklim zirvelerinde, hala iklim krizine karşı etkili adımlar atılmadığı gibi hiçbir zirvede de fosil yakıt kullanımının sınırlandırılması için herhangi bir karar alınamamıştır. Üstelik tüm zirvelerde kömür kullanımının azaltılması istendiği halde petrol ve petrol türevleri gündeme dahi getirilmemektedir. 

Son yıllardaki iklim zirvelerinden sonra dünya çapında pek çok ülke enerji dönüşümü yol haritaları kapsamında kademeli olarak kömürden çıkış stratejilerini açıklamıştır. Ancak enerji arz güvenliği sorunu, başta Avrupa Birliği ülkeleri olmak üzere birçok ülkenin kömür kullanımını sınırlandırmasını zorlaştırmaktadır. Bunun en belirgin örneği olarak Rusya -Ukrayna savaşıyla birlikte, birçok OECD ve AB ülkesi kömürden çıkış hedeflerinden geri adım atmış ve kömürlü termik santrallerini yeniden devreye almıştır. Aynı zamanda tüm ülkeler petrol ve petrol türevlerine yoğun ihtiyaç duyduklarından bu tür kaynakların kullanılması da aynı şekilde devam etmektedir. 

Önemli miktarda işletilebilir kömür rezervleri olan Almanya, Polonya ve Çekya gibi AB ülkeleri ile Rusya, Çin, Hindistan gibi diğer önemli dünya ülkeleri kömürden çıkış tarihlerini ya belirlememekte ya da çok ileri tarihleri açıklamaktadırlar (Şekil 1). 

 


Şekil 3. Ülkelerin elektrik üretiminde kömür kullanımı, kömürden çıkış hedefleri ve net sıfır emisyon hedefleri [3]. 

Önümüzdeki senelerde kömür kullanımının azalacağını ifade eden Uluslararası Enerji Ajansı başta olmak üzere birçok kuruluş görüşlerini revize etmekte, en erken çıkış tarihlerinin 2050 veya 2060 yılı olacağını beyan etmektedirler. Dolayısıyla, kömürün saltanatının uzunca bir süre daha devam edeceği düşünülmektedir. 

Yeni Bir Ekonomi Modeli; Karbon Ekonomisi 

Fosil yakıtları kullanmaktan uzak duramayan dünya ülkeleri bunların kullanımını sınırlandırmak amacıyla alternatif kaynaklara yönelmeye çalışmaktadır. Enerji kaynak arayışları ve enerji dönüşümleri gerçekleşirken, her geçen gün farklı mekanizmalar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Güçlü ülkeler arasında yapılan enerji savaşları sonucu yeni ekonomiler kurulmuş, gelişen ülkeler bu yeni ekonomilere yön vermeye başlamışlardır. Üretim yapılan herhangi bir sektörün, atmosfere mümkün olan en az miktarda karbon yani sera gazı salımı vermesi ile oluşturulan bir ekonomik yapı olarak Düşük Karbon Ekonomisi farklı bir ekonomi olarak bunların arasında yerini almıştır. 

Son dönemlerde, karbonun bir finansal değerinin oluşması sonucu düşük karbon teknolojilerine doğru bir yönelim başlamıştır. Karbonun finansal bir değerinin oluşmasıyla da şirketler ve ülkeler, bazı uluslararası sivil toplum örgütlerine ait standartlar sayesinde Karbon Piyasalarından yararlanmaya başlamıştır. Dünyada şu an en büyük küresel 10 ekonomiden 7’si karbonu fiyatlandırmıştır. Karbon piyasası günden güne büyüyen bir ekonomi haline gelmiştir. 2024 yılında uygulanan toplam 72 karbon fiyatlandırma mekanizmasında, karbon fiyatları 0.46 USD/ton CO₂ ile 167 USD/ton CO₂ arasında değişmektedir [6], [7]. 

Nitekim kayda değer büyüklükte bir piyasa haline gelen karbon piyasaları; iklim değişikliği ile mücadelede birçok faktörün göz ardı edilmesine sebep olmuştur. Karbon fiyatlarıyla dalgalanan bu yeni sistem; emisyonlar, temiz enerji ve iklim değişimi konseptleriyle yeni ekonomik rekabetlerin bir alanı olmaya doğru gitmektedir. Zira sürekli büyüyen ve hal-i hazırda milyarlarca dolarlık bir piyasayı oluşturan sektörde rekabet de kaçınılmaz olmaktadır. 

Karbon piyasaları ve ortaya çıkan yeni ekonomiler gerçek anlamda emisyonları azaltamadığı gibi, fosil yakıtların kullanım süresini de kısaltamamıştır. Hatta literatürlerde geçen fosil kaynakların kullanılma süresi aksine uzamış olup, fosil bağımlılık da tam gaz devam etmektedir. 

Sonuç 

Enerji sektörüne dijitalleşmenin kattığı hız, akıllı şebeke ihtiyaçlarının artması, toplam enerji verimini yükselten birleşik ısı ve güç sistemlerinin yaygınlaşması, araçlardaki eğilimleri değiştirecek elektrikli araç sayısının artması gibi faktörler; başta petrol olmak üzere tüm fosil yakıtlara talebi yavaşlatacağı düşünülmüştür. Ancak gelinen noktada söz konusu sistemlerin gelişmesine rağmen fosil yakıt kullanımı sınırlandırılamamıştır. Hala kömürlü termik santrallerinin işletilmesine devam edilmekte ve petrol ve petrol türevleri hem ulaşımda hem de enerji üretiminde yaygın olarak kullanılmaktadır, kullanılmaya da devam edecektir. 

İklim zirvelerinde; gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere nazaran sera gazı emisyonlarını azaltmak için daha iddialı ulusal hedefler taahhüt etmeleri beklenmektedir. Büyük petrol üreticisi ülkeler küresel iklim anlaşmalarıyla fosil yakıt talebinin ve fiyatlarının azalacağından endişe ettiklerinden, bu anlaşmalara hiçbir zaman sıcak bakmamaktadırlar. Özellikle zengin ve sanayileşmesini tamamlamış ülkelerin kendi paylarına düşeni yapmadıkları için geri kalan diğer ülkeler de iklim değişiklikleri ile ilgili gerçek anlamda koruyucu bir anlaşmanın olacağı konusunda isteksizlik göstermektedir.       

Çin, ABD, AB, Hindistan, Rusya, Japonya, Brezilya, Kanada gibi gelişmiş ülkeler toplam dünyadaki emisyonlarının % 90’ından sorumlu ülkelerdir. Bu ülkelerce emisyonları kontrol altına alındığında, dünya üzerinde iklim değişikliğine yönelik tehditler de zaten büyük oranda bertaraf edilmiş olacaktır. 

Başta Ortadoğu olmak üzere petrol, petrol türevleri ve kömür gibi fosil yakıtlarca zengin olan dünyanın çeşitli bölgelerinde her daim yeni keşifler yapılmakta, üretim miktarları her geçen gün artırılmaya devam edilmektedir. Koca koca buzulların erimesi dahi fosil yakıtların kullanılmasına engel olamayıp, aksine erime sonrası yeni fosil yakıt keşiflerinin beklentisi; çok beklenilen fosil yakıtların tükenmesini zorlaştıracaktır.

 

Kaynaklar

 

  1. Sav M., Düşük Karbon Ekonomisi – EPDK Bülteni, Enerji ve Çevre Dergisi,

https://mucahitsav.blogspot.com/2015/12/dusuk-karbon-ekonomisi.html

 

  1. Sav M., Enerjinin Gücü, TENVA web sayfası,

https://mucahitsav.blogspot.com/2023/09/enerjinin-gucu.html

 

  1. Net Sıfır 2053: Türkiye Elektrik Sektörü için Yol Haritası, SHURA Enerji Sektör Merkezi,

https://shura.org.tr/net-sifir-2053-turkiye-elektrik-sektoru-icin-yol-haritasi/

 

  1.  2022 Yılı Ulusal Enerji Denge Tabloları, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı,

http://www.enerji.gov.tr/eigm-raporlari 

 5.     https://bau.edu.tr/haber/15966-dogu-akdeniz%25E2%2580%2599deki-hidrokarbon-rezervleri-turkiye%25E2%2580%2599nin-572-yillik-ihtiyacini-karsiliyor

  6.    World Bank, State and Trends of Carbon Pricing 2024, İklim Değişikliği Başkanlığı,

  7.   Türkiye ve Dünya Enerji Piyasalarında Son Gelişmeler, Türkiye Enerji Zirvesi, Kasım 2024, Aplus Enerji,

  

Not: Bu yazı Mart 2025 tarihinde Tenva web sitesi için hazırlanmıştır.



ENERJİ DEPOLAMA SİSTEMLERİNİN ÇEVRESEL VE EKONOMİK ETKİLERİ

Giriş   21. yüzyılın başından itibaren artan enerji talebi, fosil yakıt rezervlerinin sınırlılığı ve iklim değişikliğinin yol açtığı küres...