4 Nisan 2019 Perşembe

ENERJİ VE İSG


ENERJİ SEKTÖRÜNDE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNİN ÖNEMİ VE YERİ

         Mücahit SAV  *                                         Canan AYYILDIZ  *
     Mak. Yük. Müh.                             İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanı

Giriş
İş sağlığı ve güvenliği konusu Birleşmiş Milletler seviyesinde ele alınmakta olup, dünyanın her tarafında çalışma hayatının en kritik ve gelişime açık konuları arasında sayılmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre; dünyada her yıl ortalama 300 milyon iş kazası, 160 milyonun üzerinde meslek hastalığı vakası meydana gelirken, yaklaşık 3 milyon işçi, iş kazaları veya meslek hastalıkları sebebiyle hayatını kaybetmektedir[1].
Uluslararası Çalışma Örgütü tarafından hazırlanan ‘Güvenlik Kültürü Raporu’; meslek hastalıklarının tümünün, iş kazalarının ise yüzde 98’inin önlenebilir kazalardan oluştuğunu göstermektedir. Her yıl dünya nüfusunun yaklaşık binde 4’ü, ‘gerekli önlemler ve çalışmalar yapıldığında önlenebilecek kazalar sebebiyle’ hayatını kaybetmektedir. Türkiye’de ise Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yayımlanan en güncel istatistiklere göre; 2016 yılında ülke genelinde 286.000 sigortalı çalışan iş kazası geçirirken, bu kazalarda 2000 çalışan hayatını kaybetmiştir[2]. Tüm bu veriler ve bilgiler göz önünde bulundurulduğunda, gerek dünyada ve gerek ülkemizde iş sağlığı ve güvenliğine yönelik çalışmalar büyük önem arz etmektedir.
Başta maden sektörü olmak üzere tüm eneri sektöründe; çalışanların hayatlarından endişe etmeden çalışabilecekleri ortamı sunmak, risk unsurlarını belirleyerek gereken önlemleri almak, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı çalışanların ‘ruhsal ve bedensel sağlıklarını’ koruyabilecek iş ve işlemlerin hayata geçirilmesi için çalışmalar yapmak büyük önem arz etmektedir. İş yerlerinde insan önceliği dikkate alınarak ve sağlık ile iş güvenliği bilinci beraberinde hareket edilerek, çalışanlar ve işverenler arasında bu bilincin oluşturulması sağlanmalıdır.
Bu makalede öncelikle maden sektörü olmak üzere enerji sektöründe iş sağlığı ve güvenliğinin yeri irdelenerek, önemi üzerinde durulacak ve mevzuatı ile birlikte tüm eksiklikleri göz önüne getirilmeye çalışılacaktır. Sonuç kısmında sunulacak önerilerle İSG’nin önemi bir kez daha göz önüne getirilecektir.

Enerji – İSG İlişkisi
İş Sağlığı ve Güvenliği küresel boyutta önem verilen bir konudur. Bu kapsamda hızlı gelişen, iyileşen ve değişen bu sürece uyum sağlamak amacıyla; üretimin sürekli, kaliteli, verimli ve ekonomik olması için; araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin yanı sıra, güvenli ve sağlıklı bir ortamda çalışılmasını sağlamak ve daha ileri giderek iş sağlığı ve güvenliği kültürünü sektöre yaymak önem arz etmektedir.
Ülkemizde, 2012 yılında iş sağlığı ve güvenliği alanına özgü ayrı bir düzenleme kabul edilmiş, 6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Kanunu 30 Haziran 2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmış, Yasanın ardından da ikincil mevzuat olarak yönetmelik ve tebliğler yürürlüğe konulmuştur. Enerji sektöründe yapılması gereken en önemli şey, eksik olan mevzuatın tamamlanmasıdır. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun temel Kanun olması ve bu Kanun’un alt başlığı olan Yönetmeliklerde herhangi bir müstakil Yönetmeliğin olmamasından dolayı, Kanun’un 30. maddesi gereği “İlgili Bakanlıkların görüşü alınarak, İş Sağlığı ve Güvenliğinin sağlanması, sürdürülmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi amacıyla” enerji sektöründe de mevzuatların oluşturulması gerekmektedir. Bu eksikliğin giderilmesi için Çalışma Bakanlığı ve Enerji Bakanlıkları ivedi olarak ortak çalışma grupları kurarak bu açığı gidermek zorundadır.
Mevzuat çalışmaları tamamlandıktan sonra sektöre ait işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği uygulamalarının hazırlanmış olan ilgili mevzuata uygun olarak yürütülmesini koordine etmek, iş sağlığı ve güvenliği kültürü oluşturarak; çalışanların sağlığına zarar verebilecek riskleri önceden belirlemek, bu risklerden kaynaklanacak zararları önlemek amacıyla gerekli önlemleri almak, güvenli çalışma ortamını sağlamak ve iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önüne geçmek için çok ciddi çalışmalar yapılması gerekmektedir.
Ülkemiz iş kazalarında Avrupa ve dünyada ilk sıralarda; ölümlü iş kazalarında ise Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sırada yer almaktadır [1].
Türkiye, AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında ölümlü iş kazalarında açık ara öndedir. Aşağıdaki şekilde de görüldüğü gibi AB üyesi ülkeler için ortalama ölümlü iş kazası oranı istihdam edilen 100 bin kişi başına 2,1 iken, Türkiye’de bu oran 14,4’tür. Yani yaklaşık 7 kat fazladır. Ölümlü iş kazası oranının en düşük olduğu ülke yüz binde 0,9 ile Hollanda iken, yüz binde 1,2 ile Almanya ve İsveç bunu takip etmektedir. Hollanda ile Türkiye arasındaki fark 16 kata ulaşmaktadır. Türkiye’ye iş kazası oranında en yakın ülke olan Kıbrıs’ta ise bu oran Türkiye’nin yaklaşık üçte biri kadardır [2].
Şekil 1. AB ülkeleri-Türkiye 100 bin işçide ölümlü iş kazaları oranları

İş güvenliğinde en çok meydana gelen kazalar; maden sektörü -özellikle de kömür üretimi alanında meydana gelen kazalar- ile elektrik üretim, dağıtım ve iletim alanında meydana gelen kazalardır. Bu kazaların önüne geçmek için tüm önlemler alınmalıdır. Kaza kök neden analizlerini doğru yapabilmek maksadıyla uzman kadrolar oluşturulması, eğitimlerinin alınması önem arz etmektedir. Ayrıca, izleme, değerlendirme ve inceleme faaliyetlerinin daha etkin ve verimli olarak gerçekleştirilmesi gerekmekte, özellikle buna gerek kalmadan da tüm çalışanlarda İş Sağlığı Kültürünün oluşmasına olanak verilmelidir.

En önemli Sektör - Maden Sektöründe İSG
Maden sektörü dünya genelinde en ağır ve en tehlikeli iş kollarından biridir. Sektörün en önemli iş alanı ise kömür üretim alanıdır. Son yıllarda artan Devlet’in ücretsiz kömür dağıtımı ve Enerji Bakanlığınca yürütülen Milli Enerji ve Maden Politikası sayesinde bu sektörün önemi birkaç kat daha artmıştır.
Kömür sektörü gerek açık ocak gerekse yer altı madenciliği olarak iş sağlığı ve güvenliğinin çok titiz bir şekilde takip edilmesi gereken sektörlerin en başında gelmektedir. Kömür işçileri kömür tozları, gazlar, gürültü ve titreşim, sıcak ve nemli çalışma ortamı, makinelere bağlı kazalar ve psikolojik faktörler açısından risk altındadırlar [3]. Kazalar ve ölümlerin nedenleri arasında havalandırma sistemlerindeki sorunlar, kaçış yolları yetersizliği, kişisel koruyucu donanımların yetersizliği gibi altyapı ve teknolojik sorunlar sayılmaktadır. Bu tür problemlerin önlenebilir olduğu ve iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili denetim ve yaptırım yetersizliklerinden kaynaklandığı üzerinde önemle durulmaktadır [4]. 
Madencilik sektörü doğası gereği sayısız risk içeren en tehlikeli sektörlerden biridir. Yanma, patlama veya gaz sızıntı risklerini en aza indirmek için mutlaka kişisel koruyucu donanımlarının kullanılması gerekmektedir.
Son yıllarda gelişmiş ülkelerdeki madencilik sektöründe makinelerin yoğun kullanımına başlanılması ile kaza ve ölüm oranları azalmıştır. Ancak maden sektörü yine de en çok kaza ve ölüm olaylarının yaşandığı sektör olmaya devam etmektedir. Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler ise hala sektörde makineleşmeyi tam olarak gerçekleştiremediklerinden, özellikle bu bölgelerde kazaların ve ölümlerin yoğun olduğu bir sektör olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ülkemizde devlet tarafından işletilen ve özel müteşebbislerce kamusal olarak işletilen maden ocaklarının yanı sıra kaçak olarak işletilen veya kaçak olmayıp küçük ölçekli işletmeler halinde olan birçok maden ocağı bulunmaktadır. Bu tür küçük ölçekli ocakların denetimsiz olması sebebiyle daha çok iş kazalarının meydana geldiği görülmektedir.
Gelişmiş ülkelerde işçi sağlığı ve iş güvenliği konusu, ayrı bir mühendislik dalı haline gelmiştir, ülkemizde henüz o aşamaya gelinmemiş olunmasına karşın Enerji Bakanlığınca Maden Güvenlik Kurumu kurulması kararı alınarak, bu sayede madenlerde güvenlik kültürünün daha çok yaygınlaştırılarak bu sektördeki iş sağlığı ve güvenliğe dikkat çekilmek istenmektedir.
Güvenlik Kültürü
Ülkemiz iş kazaları istatistiklerine göre dünyada ne yazık ki ilk sıralarda yer almaktadır. İş kazaları istatistikleri ve ülkelerin gelişmişlik düzeylerine bakıldığında paralellik olduğu gözlenmektedir. İş kazalarının yüzde 88’i insan davranışından kaynaklanmaktadır. Davranış değişikliği, zenginleştirilmiş, içselleştirilmiş neden-sonuç odaklı uygulamalı ve teorik eğitimler ile mümkündür.
Düşünce üzerine dayalı, neden güvenli davranması gerektiği, tehlikeli hareketten neden kaçınması gerektiğini ve bunun kendisine, çevresine, ailesine ve ülkesine ne gibi zararlar verebileceği, uygulamalı ve teorik eğitimler ile harmanlanarak düzenli aralıklarla, zenginleştirilerek ve farklılaştırılarak çalışanlara verilmelidir. Eğitim içerikleri, işyerinde çalışanların eğitim seviyesi ile doğru orantılı olmalıdır.
Her insan istediği her konuyu içselleştirerek öğrenebilir. Yeter ki seviye atlamadan, neden - sonuç odaklı, eğitimler olsun. İşletmenin yüksek kar elde etmesi, kazancını katlaması; çalışanların sağlıklı, huzurlu ve refah bir çalışma ortamı oluşturulması ile bağlantılıdır.
Güvenlik Kültürü, aklın en üst düzeyde aydınlanması ile mümkündür. Her çalışan, davranışını kendisi kontrol edecek, çalışma ortamını riske atmayacak, ramak kala olaylara karşı önlemler alacaktır. Her çalışan kendisinden sorumlu olarak, çalışma ortamının güvenliğinden sorumlu olacaktır.

Sonuç
Aşağıda verilecek önerilerle iş sağlığı ve güvenliği konusunda yapılması gerekenler bir kez daha gözler önüne serilmektedir:
İş kazaları sonrası genel geçer tedbirler almak yerine (reaktif yaklaşım) proaktif yaklaşım (önleyici yaklaşım) sergilemek çok daha önemlidir. Bu bilincin oluşturulması ve enerji sektöründe iş sağlığı ve güvenliğinin öneminin işveren ve tüm çalışanlarda oluşturulması sağlanmalıdır.
Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde özellikle Almanya, Polonya, Finlandiya; diğer ülkeler arasında Amerika Birleşik Devletleri, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Avustralya gibi ülkelerin iş sağlığı ve güvenliği mevzuatı başta olmak üzere yapılan bütün çalışmalar irdelenerek, ülkemize adapte ettirilmesi gerekmektedir.
Enerji Bakanlığı ve Çalışma Bakanlığı nezdinde Siyasi İradenin kararlı durması, ikincil mevzuat çalışmalarının yapılması, Enerji Bakanlığı bünyesinde her alanın kendine has Yönetmeliklerinin oluşturulması, örneğin elektrik üretim ve dağıtım yönetmeliği, madencilik yönetmeliği, petrol sektöründe iş sağlığı ve güvenliği vb. gibi eksik tüm mevzuat çalışmalarının tamamlanması gerekmektedir.
Başta enerji sektörü olmak üzere tüm diğer sektörlerin özelliği göz önüne alınarak kapsamlı bir risk haritasının ilgili Bakanlıklarca hazırlanması ve denetimlerin buna göre yapılması gerekmektedir.
Çalışma Bakanlığınca denetimlerin tam ve eksiksiz yapılması önem arz etmektedir. Enerji sektörü dahil diğer tüm diğer sektörlerdeki uzmanların, müfettişlerin ve her türlü incelemenin yapılması, yaptırılması; bir havuzdan veya Çalışma Bakanlığı yetkililerince yaptırılması daha uygun olacaktır. Bu sayede asıl işveren dışında farklı uzmanlar tarafından denetimlerin yapılması ve kararların başka mercii tarafından verilmesi daha yerinde olacaktır.
İş sağlığı ve güvenliği çalışmalarında sanayi ve üniversitelerin iş birliği yapması, deneyimlerini Bakanlıklar ile paylaşılması tüm sektörler için daha verimli olacaktır. Öğrenci stajlarının ve uzman yetiştirmelerinin düzgün olarak ve ciddi iş yerlerinde yapılması sektörlere bir dinamizm kazandıracaktır.
Yazının başlarında da belirtildiği gibi özellikle kaza kök neden analizlerini doğru yapabilmek maksadıyla uzman kadrolar oluşturulması, eğitimlerinin alınması önem arz etmektedir.

Kaynaklar
1.    İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Raporu – MMO, 2014

2.    Makar M., Yağımlı M., 6331 sayılı İSG Kanunu ve OSGB Sisteminin İş Güvenliği Uzmanları Üzerinden Değerlendirilmesi, Maden İşletmelerinde İSG Sempozyumu Adana 2015

3.    Akkaya C. Maden sektöründe risk faktörleri. TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2001

4.    Arslanhan S, Cünedioğlu HE. Madenlerde yaşanan iş kazaları ve sonuçları üzerine bir değerlendirme. Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı, 2010


*  Mücahit SAV, Enerji Bakanlığı - EÜAŞ Genel Müdürlüğü Müşaviri, Öncesinde İş Sağlığı ve Güvenliği Daire Başkanı
*  Canan AYYILDIZ, Enerji Bakanlığı – EÜAŞ Genel Müdürlüğü İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanı



[1]http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/@europe/@ro-geneva/@ilo-ankara/documents/publication/wcms_498818.pdf
[2]https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---ed_norm/---normes/documents/publication/wcms_450452.pdf

NÜKLEER ENERJİNİN ÖNEMİ


TÜRKİYE SÜRDÜRÜLEBİLİR ENERJİ POLİTİKALARINDA
NÜKLEER ENERJİNİN ÖNEMİ

     MSc. Mücahit SAV[1]                                          Dr. Tuncay BELEN[2]
Makina Yüksek Mühendisi                                  Finansal Ekonomist                                                   
        Ankara,Türkiye                               Nükleer Ekonomi Bilim Uzmanı
 
mucahit.sav@euas.gov.tr                         Osmangazi Üniversitesi 
                                                                          Dr. Öğretim Üyesi                                                                                                                                                                                                       tuncaybelen@gmail.com      

GİRİŞ
Türkiye’de uzun yıllarca yapılması düşünülen nükleer santraller, nihayet Mersin-Akkuyu ve Sinop-İnceburun’da yapılacak olan santrallerle uygulama aşamasına geçti. İlk ünitenin Akkuyu’da 2023 yılında üretime başlaması planlanmaktadır. Enerjide arz güvenliğinin sağlanabilmesinde rasyonel olabilmek için uygulanan kaynak çeşitliliğine katkı sunacak bu santraller; elektrik enerjisi arz güvenliğinde riski minimize etmede elzem baz yük santralleridir. Bu arada şu an Akkuyu ve Sinop’ta yapılması düşünülen iki santrale ek olarak ileriki yıllarda, yüksek tüketim merkezlerinden en önemlisi olan Trakya bölgesine yakın konuşlandırılacak olan bir üçüncüsünün de eklenmesi için yoğun çalışmalara başlanılmıştır.
Akkuyu nükleer santralinde her biri 1.200 MW’lık 4 ünite olmak üzere toplam 4.800 MW Kurulu güç planlanmıştır. İkincisi olarak düşünülen Sinop-İnceburun nükleer santralinde ise, her biri 1.120 MW’lık yine 4 ünite olmak üzere toplam 4.480 MW Kurulu güç planlanmıştır. 2018/Kasım sonu itibariyle Türkiye elektrik enerjisi kurulu gücü 88.300 MW[3] olduğuna göre toplam 9.280 MW nükleer kapasitenin işletmeye alınmış olması varsayımı yapılırsa Türkiye’nin 2018 yılı elektrik enerjisi üretiminin en az %10’unun nükleer santrallerden karşılanması sağlanabilirdi.
Nükleer santraller 7 gün 24 saat meteorolojik şartlardan etkilenmeden elektrik üretimi gerçekleştirebildikleri için kömür ve doğalgaz ile çalışan diğer tüm santraller gibi baz yük santral özelliği bulunmakta ve bu özelliğinden dolayı yüksek emre amade kabiliyetine sahiptirler. Nükleer bir santralin yıllık ortalama 8.000[4] saat çalışması ile yaklaşık yılda 38.000.000 MWh elektrik üretmesi söz konusu olacaktır. 10.000 MW Kurulu güce sahip olunduğunda yaklaşık 80 milyar kWh üretim kapasitesi ile ülke elektrik enerjisi talebinin önemli bir payını tek başına karşılayabilecektir.

Dilemma..! Enerji Kaynaklarının Emisyon ve Radyasyon Kıyaslaması

Ülkelerin düşük karbon üretimine destek olabilecek çalışmaların başında nükleer güç santrallerinin kurulması gelmektedir. Fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkan sera gazlarının, kurulmuş olan ve kurulması düşünülen nükleer santraller yüzünden atmosfere salınmayacağı gerçeği, düşük karbon ekonomisine geçiş basamaklarından biri olduğu için çok önemlidir. Zira 1 kg uranyumdan elde edilen enerji için 3 milyon kg kömür veya 2,7 milyon litre petrol gerekmektedir. Bu nedenle Nükleer Enerjinin, iklim değişikliklerine sebep olan atmosferdeki sera gazı konsantrasyonlarının azaltılmasında büyük rolü bulunmaktadır[5]
               Enerji kaynaklarının kWh başına karbondioksit emisyon miktarı[6] 
Enerji Kaynağı
Karbondioksit Emisyonı (gram)
Nükleerin Katı                (min-max)
Kömür
900-1200
30-120 kat arası
Petrol
700-900
23-90 kat arası
Doğalgaz
350-900
12-90 kat arası
Güneş
100-200
3-20 kat arası
Rüzgar
10-75
1-7 kat arası
Nükleer
10-30

Nükleer santraller, işletme sırasında sera gazı salımı yapmazlar. Bu nedenle küresel ısınmayı önlemede çok önemli bir alternatiftirler. Günümüzde nükleer santraller, elektrik sektöründen kaynaklanan sera gazı salımında yıllık olarak çok büyük oranlarda azaltmayı sağlayabilmektedirler.
Politika Bilimci Joshua S. Goldstein ve Enerji Mühendisi Staffan A. Qvist, The Wall Street Journal’de yayımlanan bir makalelerinde; “yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanarak küresel ısınmayı çözmemizin “gereğinden uzun” süreceğini söylüyorlar. Araştırmacılara göre iklim felaketinden kurtulmanın başka bir yolu daha var ve bu yol da nükleer enerjiden geçiyor. Yenilenebilir enerji alanında dünyanın en önde gelen ülkesi Almanya. Her ülke en az Almanya kadar yatırım yapsa bile dünyanın istenilen noktaya gelmesi 150 yıl sürecek. Bilim insanlarına göre ise geri dönüşü olmayan nokta yalnızca 30 yıl kadar uzaklıkta. Üstelik yeterince hızlı bir şekilde temiz enerji kullanmaya başlasak bile güneş enerjisi ve rüzgâr oldukça dengesiz güç kaynakları ve çok büyük yatırım alanı arazilerine ihtiyaç duyuyorlar. İkili’ye göre ihtiyacımız olan şey, karbonsuz şekilde, çok miktarda enerjiyi düzenli olarak sağlayabilecek ve elektrik üretimine ayrılan arazi miktarını arttırmayacak bir güç kaynağı. Nükleer enerji bu ihtiyaçların tamamını karşılıyor[7].”
Bugün dünyada elektrik üretiminde tercih edilen enerji kaynaklarının %17’sini oluşturan, Dünya nüfusunun üçte ikisinin yaşadığı alanlarda kullanılan, dünya ekonomisinin aslan payına sahip ülkelerin tercihi olan, çevreyle barışık, kullanıldığı ülkenin entelektüel sermayesine net katkısı ileri teknoloji ürünü olması nedeniyle en yüksek olan veya potansiyel bilgi üretimini barındıran ve günümüzün çağdaş ve olgunlaşmış enerji kaynağı olan nükleer enerjidir[8]. Nükleer santraller 2017 yılında toplam 2.487 TWh elektrik üretimi ile dünya elektrik talebinin %11’ini karşıladılar[9]. Aşağıdaki grafikte bölgesel dağılım gösterilmiştir.
Ayrıca, nükleer santrallerin birim elektrik üretimi başına kurulum alanı diğer tüm santrallere göre oldukça küçüktür. Bu nedenle tarım, yerleşim ve doğal hayata minimum etki ederler.
1000 MW’lık nükleer, güneş ve rüzgâr santrallerinin kapladıkları alan karşılaştırması yapılırsa, bir nükleer santral 3,37 km2’lik yatırım alanı arazisine ihtiyaç duymaktadır. 1.000 MW’lık nükleer enerji santralinin yaptığı elektrik üretimine denk elektrik üretecek kadar büyük bir güneş enerjisi santrali nükleer enerji santralinin kapladığı alandan 75 kat, aynı kıyas koşullarında rüzgâr enerjisi santrali ise 360 kat daha fazla yatırım alanı arazisine ihtiyaç duymaktadır[10].
2017 YILI İTİBARİYLE DÜNYA GENELİNDE NÜKLEER SANTRALLERDE
ÜRETİLEN ELEKTRİĞİN BÖLGESEL DAĞILIMI
Nuclear Energy Production
Nükleer santraller sahip oldukları güvenlik sistemleri ile doğal olarak çevremizde bulunan radyasyonun ancak %1’i kadar bir etkiye sahiptir. Bu nedenle nükleer santrallerin yanında yerleşim, tarım, balıkçılık ve turizm yapılabilmektedir. Paris, Londra, New York gibi dünyanın en önemli turizm ve yerleşim merkezlerinin yanı başında nükleer santraller mevcuttur.[11]
Radyasyon Kaynakları ve Yüzdeleri[12]

Radyasyon Kaynakları ve Yüzdeleri Grafiği
Günlük Hayatta Radyasyon Miktarları[13]
Radyasyon Kaynağı
Miktarı
Süre
Karşılaştırma
Pilot ve Uçuş Personeli
9 miliSv
Bir yılda
180 katı doz
Bilgisayarlı Tomografi
1,1 miliSv
Tek seferde
55 katı doz
Günde 1 Paket Sigara
0,2 miliSv
Bir yılda
4 katı doz
Göğüs Röntgeni
0,06 miliSv
Tek seferde
%20 fazlası doz
Nükleer Santral Çevresi
<0 milisv="" o:p="">

Bir yılda



Diğer bir Dilemma - Nükleer Santrallerin Kurulumu ve Varlığı
Sera gazı emisyonlarının azaltılmasına olan büyük katkıları göz ardı edilip, radyasyondan dolayı tehlikeli olduğu düşünülen kısmı hep gündemde tutulmaya çalışılan nükleer santrallerin, aslında Türkiye’nin etrafını dört bir taraftan sardığı gerçeği de sözde çevrecilerce hep göz ardı edilmektedir. Mesela, Bulgaristan’da bulunan Belene santrali İstanbul’a 400 km, Romanya’daki Cernovoda Santralı ise 370 km uzaklıktadır. Çok daha garip olanı AB ve ABD’nin “En Tehlikeli[14] Nükleer Santral” ilan ettiği Ermenistan’daki Metsamor santrali Iğdır’a 16 km uzaklıktadır. Ülkemiz bir uçtan diğer bir uca uzaklık olarak yaklaşık 1500-2000 km’dir ve burnunun dibinde bulunan bu santrallerin verebileceği zararlar hiç bir zaman gündeme getirilmemektedir. Sadece ülke sınırları içerisinde yapılması düşünülen santraller gündem olmaktadır.
Enerji İthalatının Cari Açığa Etkileri
Aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere; Türkiye’nin cari açığının büyük bir bölümü enerji sektöründen kaynaklanmaktadır. 2017 yılı toplam ithalat miktarı olan $61 milyar doların $32 Milyar, doları (%48) enerji ithalatına ayrılmıştır. Bu oranın 2019 yılında %60’ı aşacağı Orta Vadeli Planda (OVP) öngörülmüştür.
TÜRKİYE’NİN ENERJİ İTHALATI VE DIŞ TİCARET AÇIĞI
Türkiye  halen neden geriden geliyor!!!
Ülke bazında bakılırsa Fransa elektrik talebinin yaklaşık %72’sini, Çernobil kazasını yaşayan Ukrayna %55’ini, Belçika %50’sini, İsveç %40’ını, Güney Kore %27’sini, Avrupa Birliği %30 ve ABD %20’sini nükleer enerjiden karşılamaktadır.[15]
Nükleer santrallere sahip ülkelerde insan haklarının geliştiği, çevre bilincinin yaygınlaştığı ve toplumun refah düzeyinin yüksek olduğu görülmektedir. Nükleer santrallerin bulunduğu ülkelerin nüfuslarının toplamı dünya nüfusunun 2/3’ünü aşmaktadır. Bu da göz ardı edilemez bir gerçektir.
Ayrıca, devam eden nükleer enerji santral inşaatlarının nükleer enerjiye talebin gelecekte de artarak devam edeceğinin açık ve belirgin göstergesi olduğu düşünülmelidir.

Nükleer Santrallerin Enerjide Dışa Bağımlılığa Etkisi
Türkiye elektrik üretiminde yoğun olarak kullandığı doğalgazı maalesef ithal etmektedir. Hem ithal edilen hem de sera gazına sebep olan doğalgaz santralleri yerine nükleer enerji santrallerine yönelmek, elektrik üretimindeki yerlilik oranını artıracak ve birim üretim maliyetini düşürecektir.
Aşağıdaki tabloda; 2000-2012 dönemi için ithal kömür, taş kömürü ve asfaltit santralleri üretim toplamının %88’i ithal kaynaklı olarak kabul edilmiştir. Ayrıca, petrol ürünleri kaynaklı üretimin %92’si ve doğal gaz kaynaklı elektrik üretiminin %98’i ithal kaynaklıdır. 2000-2017 yılları arasında elektrik üretiminde dışa bağımlılık oranı %55 olarak gerçekleşmiştir.
ELEKTRİK ÜRETİMİNDE DIŞA BAĞIMLILIK (%)
10.000 MW Kurulu güce sahip yaklaşık 80 milyar kWh üretim kapasiteli nükleer güç santralleri (Akkuyu ve Sinop) devreye alındığında; yaklaşık 16 milyar m3 doğalgaz karşılığı günümüz fiyatlarıyla yıllık yaklaşık 7,2 milyar ABD Doları tutarında doğalgaz ithalat bağımlığından ülkemiz kurtulmuş olacaktır. Nükleer santralin kurulması ile hem doğalgaz ithalatı azaltılmış; hem de baz santral olarak kurulan Doğalgaz Kombine Çevrim Santrallerinin üreteceği karbondioksitin atmosfere verilmesi engellenmiş olacaktır.[16]
Nükleer Enerji İle Elektrik Üretim Maliyetleri
Günümüzde işletilmekte olan nükleer güç santrallerinin ilk yatırım maliyeti diğer enerji üretim teknolojilerine göre daha yüksektir. Bunda yüksek güvenlik ve kalite anlayışı önemli bir rol oynamaktadır. İlk yatırım maliyeti ülkeden ülkeye ve seçilen teknolojiye göre değişmekle birlikte maliyet 2000-2500 $/kW arasındadır. Nükleer santrallerin fosil yakıtlı santrallere göre en önemli avantajı yakıt maliyetinin düşüklüğü (0,3-0,5 cent/kWh) ve üretim maliyetine olan etkisinin görece azlığıdır. Şöyle ki; yakıt maliyetinin iki misline çıkması nükleerde üretim maliyetini %10 etkilerken, aynı durum doğal gaz santrallerinde yaklaşık %60-80 artış getirebilmektedir. Nükleer enerji santralinin üretim maliyetini oluşturan unsurlar ve ortalama maliyetleri aşağıda verilmiştir[17]
İlk Yatırım               2,28 cent/kWsaat % 63
İşletme-bakım     :  0,90 cent/kWsaat % 25
Yakıt*                      :  0,45 cent/kWsaat % 12
Toplam**               :  3,63 cent/kWsaat % 100
*Atık depolama ve söküm maliyeti hariç (yaklaşık değer 0,2 cent/kWsaat)
**İşletme sırasında yapılacak olan kapital yatırımı hariç

SONUÇ
Bugüne kadar ülkelerin gelişmişlik düzeylerini ölçen birçok kriter kullanıldı. En yaygın ve en önemli kriter kendi kendine yeten olabilme özelliğidir. Farklı bir ifadeyle, ülkelerin sorun çözebilme yetenekleri gelişmişlik düzeylerinin göstergesidir, diyebiliriz. O halde gelişmekte olan bir ülkenin bu güne kadar gelişememesindeki en önemli nedenlerden biri de enerji kaynaklarının kıtlığı veya daha vahimi sahip olduğu zengin enerji kaynaklarından yeterli enerjiyi elde edememesi olduğu söylenebilir.
Enerjiyi üretebilme yeteneği olmayan ülkeler genelde ithal etme yoluna gitmekte, bu da doğal olarak bütçelerine yük getirmektedir. Aynı zamanda bu yöntem uzun vadeli bir çözüm olmadığı gibi hazırı tüketmek olarak da nitelenebilir. Dolayısıyla, gelişmenin süreci öncelikle iyi bir planlama gerektirmektedir. Bu planlar mutlak suretle ülkenin enerji kaynaklarını faaliyete geçirecek çalışmaları içermelidir. Enerjisiz kalkınma olamayacağı için, kalkınmanın sürdürülebilir olması için, sürekli, ekonomik ve çevre dostu enerji kaynaklarına ihtiyaç vardır. Bu da günümüzün çağdaş enerjisi olan nükleer enerjiden elde edilebilecektir. Nükleer enerjiye karşı oluşturulan tüm önyargılar gelişmekte olan ülkelerin nükleer enerjiye yönelmelerini engellemekten başka bir şey değildir. Özellikle de yenilenebilir enerji kaynaklı santralleri baz yük olan nükleer enerji santrallerine alternatif olarak sunmaya çalışmak, en basit tabiri ile enerji alanında bilgi sahibi olmayanların fikir sahibi olmasıdır.
Türkiye’nin; gelişmiş tüm ülkelerin yaptığı gibi nükleer toryum yakıtlı nükleer santral araştırmalarında mutlaka yer almalı, yerli enerji kaynaklarını ekonomiye kazandırmalıdır.

KAYNAKLAR
1.    https://www.teias.gov.tr/tr/elektrik-istatistikleri  Erişim Tarihi: 21 Aralık 2018
2.    M.SAV, Düşük Karbon Ekonomisi – EPDK Bülteni, 2012 Ekim, Enerji ve Çevre Dergisi., Türkiye Enerji Ajandası, Sektörel Fuarcılık
3.    Nükleer Santraller ve Ülkemizde Kurulacak Nükleer Santrale İlişkin Bilgiler¸ ETKB Yayını,  https://www.webtekno.com/uzmanlara-gore-gezegeni-kurtarmanin-tek-yolu-nukleer-enerji-h61128.html  Erişim Tarihi: 24 Ocak 2019
4.    T.Belen: ESAM Stratejik Araştırma Dergisi, Şubat 2007. S.82
5.    http://www.world-nuclear.org/information-library/current-and-future-generation/nuclear-power-in-the-world-today.aspx
6.     S. Sultansoy, Prof. Dr. ve T. Belen, Dr., Mimar ve Mühendisler Grubu, 24 Kasım 2018 sunumu ve internet adresi(https://www.nei.org/news/2015/land-needs-for-wind-solar-dwarf-nuclear-plants)nden derlenmiştir.
7.    Internet:https://www.afad.gov.tr/tr/23711/Radyasyon-Kaynaklari  Erişim Tarihi: 21 Aralık 2018




[1]  EÜAŞ Genel Müdürlüğü Müşavir, öncesinde Çevre Daire Başkanı, İş Güvenliği Daire Başkanı
[2] Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi, ETK Uzmanı, öncesinde; 58., 59. ve 60.Hükümetlerde Enerji Bakanı   Dr. M. Hilmi Güler’in Nükleer Enerji Danışmanı
[3]   https://www.teias.gov.tr/tr/elektrik-istatistikleri  Erişim Tarihi: 21 Aralık 2018
[4]  Literatürde Nükleer santrallerin kapasite faktörü %92 kabul edilmektedir.
[5] M.SAV, Düşük Karbon Ekonomisi – EPDK Bülteni, 2012 Ekim, Enerji ve Çevre Dergisi., Türkiye Enerji Ajandası, Sektörel Fuarcılık
[6]  Nükleer Santraller ve Ülkemizde Kurulacak Nükleer Santrale İlişkin Bilgiler¸ ETKB Yayını,  

[8]    T.Belen: ESAM Stratejik Araştırma Dergisi, Şubat 2007. S.82
[9] http://www.world-nuclear.org/information-library/current-and-future-generation/nuclear-power-in-the-world-today.aspx
[10]  S. Sultansoy, Prof. Dr. ve T.Belen, Dr., Mimar ve Mühendisler Grubu, 24 Kasım 2018 sunumu ve internet adresi (https://www.nei.org/news/2015/land-needs-for-wind-solar-dwarf-nuclear-plants ) adresinden derlenmiştir.
[11] ETKB, a.g.e. S. 34-37
[12] Internet: https://www.afad.gov.tr/tr/23711/Radyasyon-Kaynaklari  Erişim Tarihi: 21 Aralık 2018

[13]  Nükleer Santraller ve Ülkemizde Kurulacak Nükleer Santrale İlişkin Bilgiler¸ ETKB Yayını,
[14] Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı tarafından çevreye duyarsız ve güvenlik donanımlarının yetersiz bulunduğuna dair iki kez kapatma tavsiye kararı olmasına rağmen, Ermenistan Devleti karara uymayarak santrali işletmeye devam etmektedir.
[17] T.Belen: ESAM Stratejik Araştırma Dergisi, Şubat 2007. S.88

ENERJİ DEPOLAMA SİSTEMLERİNİN ÇEVRESEL VE EKONOMİK ETKİLERİ

Giriş   21. yüzyılın başından itibaren artan enerji talebi, fosil yakıt rezervlerinin sınırlılığı ve iklim değişikliğinin yol açtığı küres...